Fıkıh | Konular

Insan iradesi-ihtiyari fiilleri ve sorumluluk

Bilindiği gibi insan, kâinattaki yaratıkların en olgunu
ve şereflisidir. Çünkü, bu âlemdeki canlı cansız
varlıkların hepsi, insanın emrine ve hizmetine
verilmiştir. Bu bakımdan insan, Rabb'ini bilmek ve O'na ibadet
etmek için olduğu gibi, bu dünyayı imar ve ıslah etmek için
de yaratılmıştır. Bu sebeple "Allahu Teâlâ,
insana her türlü güzel vasıflar, yanında onu diğer
varlıklara üstün kılan ve insan yapan, akıl, ruh, irade
ve ihtiyar gibi manevi değerler vermiştir. O, aklı, irade
ve seçme gücü ile diğer varlıkların
yapamayacağı bir çok işleri yapmak, yeni yeni şeyler
keşfedip kesb etmek kudretine sahiptir. Insana bu
sınırlı kudreti ve cüzî iradeyi veren; gücü her
şeye yeten mutlak kudret, kulli irade ve sonsuz kemal sahibi olan
Allah Teâlâ'dır. Fakat insana verilen bu sıfatların hiç
biri tam ve mutlak değildir. Allah'ın kemâl sıfatlarına
nazaran çok eksik ve sınırlıdır. Bu sebeple insan,
iradesini, fıtrî yeteneklerini ve diğer
sıfatlarını kullanırken, belirli ölçülere, kayıtlara
ve ilâhî kanunlara tabidir. Fakat bu kayıtlara ve bazı
engellere rağmen insan, cüz'î iradesini kendi sınırları
içinde kullanmakta ve dilediği tarafa yöneltmekte serbesttir.
Gerçek şudur ki insan, belirli ölçüler ve sınırlar içinde
hareket edebilen hür bir varlıktır. O halde insanın kendi
irade ve ihtiyarı ile yaptığı, isteyip kesbettiği
(elde ettiği) işler vardır ve yaptığı bu
işlerden elbette sorumludur. Yapmakla mükellef olduğu iyi ve güzel
işler karşılığında mükafaat alacak,
yapmaması gerekenler karşılığında da ceza görecektir.,
Çünkü insan, kendi irade ve isteğiyle iyi veya kötü belirli bir
işi yapmaya karar vermiş ve o kararını uygulamaya
koymaya girişmiş olmakla, o işin sorumluluğunu yüklenmiştir.
Işte insanlar, sahip oldukları bu irade ve ihtiyarları (seçme
melekelerine sahip olmalarından dolayı mükellef ve yaptıkları
işlerden sorumludurlar. Bu teklif esasına göre dinen sevaba layık
veya cezaya müstehak olurlar. Aksi halde insanlar mükellef ve yaptıkları
işlerden sorumlu olmazlar. Teklif ve sorumluluk, sevap ve ikab (ceza)
esaslarını kabul etmemek ise, bütün ilahî dinlerin esas ve
gayesine aykırıdır.


Diğer taraftan, şayet insanlar yaptıkları her
işi mecburi ve zorunlu olarak yapar diye düşünürse, cebir
(zorlama) lazım gelir ve insan iradesi inkâr edilmiş olur. Yani
insanların yaptıkları hiç bir işte irade ve
ihtiyarları olmaz, buna rağmen o işlerden sorumlu
tutulmuş olurlar ki bu, ilahi adalete aykırı düşer.
Bu sonuç ise batıldır.


O halde, karşımıza, birbiriyle zor bağdaşan
iki dini esas çıkıyor:


Birincisi; "Allah (c.c) her şeyin halîkı
(yaratıcısı) dır" (ez.-Zümer, 39/62) âyetine
uyarak, Hak Teâlâ'nın yegane yaratıcı olduğuna,
yaratıcılıkta hiç bir ortağı
bulunmadığına ve kulun ihtiyarı fiillerini de
yaratanın Allah olduğuna iman etmektir.


Ikincisi de; kul, kendi irade ve ihtiyarı ile
yaptığı (zorunlu olmayan) Ihtiyarı Fiillerinden
sorumludur. Yani Allah'ın emirlerini yapmak ve yasaklarından kaçınmakla
mükelleftir. Bu, teklif ve sorumluluğun esası olup, dinde sevap
ve ikabın kaynağıdır. Bu esas, bizi "insanın
sorumlu olması için, fiilini icad etmesi gerekir" sonucuna
götürebilir. Bu sonuç ise, birinci esasa aykırı düşer.


Işte, inanılması gereken bu iki esas arasında görülen
çelişkiyi kaldırmanın zorluğu, insan aklını
tereddüde ve fikir ayrılıklarına sevketmiş ve bu
konuda Ehl-i Sünnet dışı mezheplerin doğmasına
neden olmuştur. O halde ihtilafın ana sebebi; insanların
"ef'âli ihtiyarıye" diye anılan kendi irade ve
ihtiyarları ile yaptıkları "fiilleri yaratmak"
Allah Teâlâ'nın fiillerinden midir? Yani bu irâdı fiillerin
yaratıcısı Hak Teâlâ mıdır, yoksa o fiili
bizzat işleyen kul mudur? meselesidir. Bu konuda farklı görüşler
ve ayrı ekoller ortaya çıkmıştır:


1-Mutlak cebir düşüncesine dayanan "Cebriyye" mezhebi
öncüsü Cehm b. Safvan olduğundan "Cehmiyye" adıyla
da anılır.


2-Mutlak ihtiyar fikrine dayanan Kaderiyye ve "Cumhuru
Mu'tezile" mezhebi.


3-Cebr ve ihtiyar arasında görülen "Mâturîdiyye"
mezhebi.


4-"Cebr-i Mutavassıt" olduğu iddia edilen
"Eş'ariyye" mezhebidir.


Ilk iki mezhep, insan iradesi üzerinde aşırı giden ve
birbirinin zıddı olan "mutlak cebir" ve "mutlak
ihtiyar" fikrine dayanan ve böylece ifrat ve tefrite kayan Ehl-i
Sünnet dışı bâtıl mezheplerdir.


Son iki mezhep ise, ifrat ve tefrite sapmayan hak mezheplerdir. Her
ikisi de, Ehl-i Sünnet görüşünü temsil ederler.


Cebriyye; insanın irâdî fiilleri üzerindeki kudret irade ve
ihtiyarını tamamen inkâr ederek, kulun daima mecbur ve muzdar
olduğunu, yaptığı işlerde hiç bir rolü olmadığını
iddia ediyor. Böylece "teklif ve sorumluluk" esasını
yıkarak, insanı mutlak cebre teslim ediyor. Onu âdeta cansız
bir varlık seviyesine indiriyor. İslam'ın ana
prensipleriyle bağdaşmayan bu çarpık görüş, müslümanlar
arasında rağbet görmemiş ve kısa zaman sonra ortadan
kalkmıştır.


Kaderiyye ve Mu'tezilenin büyük çoğunluğu; Cebriyye'nin
mutlak cebir fikrının tam aksini savunacak, insanı "hâlikiyet"
yani yaratıcı derecesine çıkarıyor ve "kul,
yaptığı ihtiyârî fiillerin yaratıcısıdır"
diyorlar. Böylece Allahu Teâlâ'ya, bir çeşit şirk koşma
gibi tevhid akidesine aykırı bir duruma düşüyorlar.


Konular