Fıkıh | Konular

Kiyametin kopmasi

Ahiret hayatı, insanın ölümü ile başlarsa da, genel
manada Kıyamet hadisesi ile başlar. Kıyametin ne zaman
kopacağını Allah'tan başka, peygamberler de dahil hiç
kimse bilmez, (el-Mülk, 67/26). Bilgisi Allah'a ait olmakla birlikte, Kıyametin
kopmasına yakın zamanlarda bir takım alâmetler meydana
gelir. İnanmayanlar için ihtar mahiyetinde Allah şöyle
buyurur:


"(İnanmayanlar, Kıyamet) saat(in)in, ansızın
kendilerine gelip çatmasından başka neyi bekliyorlar?
İşte onun alâmetler(inden sayılan âhir zaman Peygamber)'i
gelmiştir." (Muhammed, 47/18). Kıyametin en büyük
alâmeti Hz. Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesidir. Ondan sonra
artık başka peygamber gönderilmeyecektir. O, peygamberlerin
sonuncusudur (el-Ahzâb, 33/40). İşte bu, dünya hayatının
sonunun yaklaştığına en büyük alâmettir. Hz.
Peygamber de: "Ben gönderildiğimde Kıyamet şu iki
parmağımın birbirine yaklaştığı gibi
yaklaşmıştır. " (Buhârî, Vl, 206; Müslim,
Terc. Davudoğlu, VlIl, 208) buyurmuştur.


Kur'an ayın ikiye bölünmesini de Kıyamet alâmetlerinden
saymıştır:


"Kıyamet yaklaştı, ay ikiye bölündü..."
(el-Kamer, 54/1-3). Bu hadise, Peygamber zamanında ondan mûcize
isteyen müşriklerin isteği üzerine, Peygamber'in elinin işaretiyle
ayın ikiye bölünmesi şeklinde meydana gelmiştir. Bu hâdise
üzerine de meâlini verdiğimiz ayet nâzil olmuştur. İslâm
bilginlerinden bir kısmı da "Kıyamet
yaklaştı, ay bölünecek..." şeklinde gelecek zaman
kipiyle mana vermişlerdir. Her iki manada da özellikle Kıyamet'in
yaklaştığı vurgulanmaktadır.


İsrâiloğulları'na peygamber olarak gönderilen Hz.
İsa tebliğ görevindeki tüm gayretlerine rağmen,
sayılabilecek kadar az bir cemaat ona iman etmiş, buna
mukabıl düşmanlarının kendisini öldürme tuzaklarıyla
karşılaşmıştır. Ne var ki Allah, düşmanların
kurduğu tuzaklarını başlarına geçirmiş,
peygamberini de zatına yükseltmiştir. (Âli İmrân,
3/54-55; en-Nisâ, 4/157-158). Şu anda hayatta olarak bulunduğu
mevkii Allah'ın ilminde olan Hz. İsa, Kıyamet'e yakın
zamanda tekrar dünyaya gelecek ve yaşadığı sürece
Hz. Muhammed'in getirdiği şerîat üzere yaşayacaktır.
Hz. İsa'nın tekrar dünyaya dönüşü, Kıyamet alâmetlerindendir.
"O (İsa'nın gelmesi), Kıyametin
kopacağını gösterir bir ilimdir..." (ez-Zuhruf,
43/61).


Kıyamete yakın zamanda, şu anda gördüklerimize
benzemeyen şekilde, Kur'an'ın "dâbbe" diye ifade ettiği
bir hayvan ortaya çıkacaktır: "O söz (Kıyamet ve
azap günü), başlarına geldiği zaman (kıyamet alâmetlerinin
vukûu başladığı zaman) onlara yerden bir dâbbe (canlı)
çıkarırız; onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle
inanmadıklarını söyler." (en-Neml, 27/82). (Dâbbe
hakkında geniş malûmat için bk. Elmalılı Hamdi
Yazır, a.g.e., V, 370). "Dâbbetü'l-Arz"* diye
isimlendirilen bu hâdisenin meydana gelişi, Kıyamet vaktinin
yaklaştığına dair bir alâmettir.


Ye'cüc ve Me'cüc* seddinin açılması ve yeryüzünde fesâdın
yayılması da Kur'an'da zikredilen Kıyamet alâmetlerindendir:
"Nihâyet Ye'cüc ve Me'cüc (sedleri) açıldığı
zaman onlar her tepeden (dünyaya) saldırırlar. Artık gerçek
va'd (Kıyamet) yaklaşmıştır. İnkâr
edenlerin gözleri birden donup kalır... " (el-Enbiya,
21/96-97).


Bu alâmetler, Kur'an'da bildirilenlerdir. Hadisle bildirilenlere
gelince, onlar da Allah'ın vahyine dayanır. Müslim'in Huzeyfe
ibn Useyd el-Gifârî'den rivayet ettiği bir hadiste Huzeyfe şöyle
buyurmuştur: "Biz aramızda müzakerelerde bulunduğumuz
bir esnada Hz. Peygamber (s.a.s.) yanımıza geldi ve: "Neyi
müzakere ediyorsunuz?" dedi. 'Kıyamet'i dediler. Şöyle
cevap verdi: "On türlü alâmeti görmediğiniz sürece Kıyamet
kopmaz. Bunlar, Duman, Deccâl, Dâbbetü'l Arz, Güneşin
batıdan doğması, Meryem oğlu İsa'nın inmesi,
Ye'cüc ve Me'cüc ile doğudan, batıdan ve Arap
yarımadasından bir yerin batması, son olarak da Yemen 'de
bir ateşin çıkmasıdır. " (Müslim, Terc. VIII,
179; Buhârî, Cihad, 94 vd.; Müslim, iman, 248, Zekât 60, Fiten, 17-
18;Ebû Dâvud, Melâhim, 12, Fiten, 1; Tirmîzî, Zühd, 24).


Kıyamet'in büyük alâmetlerinden öyleleri vardır ki, onlar
görüldükten sonra artık tövbeler kabul olunmayacaktır.


"(İnanmak için) illâ meleklerin gelmesini yahut Rabb'ının
gelmesini ya da Rabb'ının bazı ayetlerinin gelmesini mi
bekliyorlar? Ama Rabb'ının bazı (Kıyamet)
işaretleri geldiği gün, daha önce inanmamış, ya da
imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık
inanması, bir fayda sağlamaz. De ki: "Bekleyin, biz de
beklemekteyiz." (el-En'âm, 6/158).


Ebû Hüreyre'den rivayet olunan bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s.)
şöyle buyuruyor: "Üç alâmet vardır ki, bunlar çıktığı
zaman, daha önce iman etmiş yahut ta imanında hayır
kazanmış olmadıkça hiçbir kimseye imanı fayda
vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccâl'ın görülmesi
ve Dâbbetü'l-Arz'ın zuhuru. " (Buhârî, II, 132; Müslim
Terc., I, 95-96).


Kıyametin bu büyük alâmetlerinin dışında Hz.
Peygamber'in hadisleriyle sabit olan birçok hâdiseler de Kıyamet'in
küçük alâmetleri olarak kabul edilmiştir: Davaları bir olan
iki Müslüman topluluğun birbirleriyle harp yapması (Müslim,
Terc., V III, 170), 'herc', öldürme olaylarının çoğalması
(Müslim, Terc., VIII, 171). Karanlık geceler gibi olan fitnelerin
çoğalması, müslümanlarla yahudilerin savaşıp, müslümanların
onları öldürünceye kadar mücadele etmeleri ve yahudilerin de taşların
ve ağaçların arkasına saklanması, 'Gargat
ağacından' başka bütün taş ve ağaçların:


"Ey müslüman, Ey Allah'ın kulu, yahudi arkamdadır, gel
onu öldür" demesi, Hicaz topraklarında bir ateşin çıkıp,
Basra'daki develerin boyunlarını aydınlatması,
Kahtan'dan bir adamın çıkıp insanları asâsı ile
sevketmesi, Fırat nehri altından bir dağ haline gelip,
ondan alabilmek için insanların birbirleriyle harp etmesi, cariyenin
efendisini doğurması; ayağı yalın, çıplak
fakir koyun çobanlarının bina yapmada birbiriyle
yarış yapmaları vs. gibi olaylar Kıyamet'in küçük
alâmetleri olarak sayılmıştır (Buhârî, Tecrid, IX,
73; Tirmizî, Birr, 25; Fiten, 2; el-Lü'lüü ve'l-Mercân, III, 305,
306-307; et-Tâc, I, 25).


Allah, bu kâinatın yıkılıp, birinci hayatın
sona ermesini istediği zaman İsrâfil adındaki meleğe
'sûr'a bir kere üfürmesini emredecek, o da bir kere üfürecektir.
Kâinatın hepsi bu derin gürültü ile sarsılıp, birbirine
bağlı olan varlıkların düzeni bozulur, irtibat
çözülür, korkunç bir zelzele meydana gelir, dağlar
atılır, pamuk gibi dağılır, gökyüzündeki yıldızlar,
gezeğenler ve güneş arasındaki ahenk yok olur, şimdi
mevcut olan çekim kanunu iptal olur. Güneşin ayın ve
yıldızların ziyası gider, gökyüzündeki bütün gezeğenler
yörüngelerinden çıkar ve âlemin tamamı Allah'ın
yaratmasından önceki hale döner. Bütün bu olaylar, Allah'ın
indirdiği vahiy ile bilinmektedir (bk. el-Hacc, 22/1-2; el-Karia,
101/1-5; el-Mearic, 70/8-15; Zilzal, 99/1-3; İnfitar, 82/1-5; Tekvir,
81/1-6; Vâkıa, 56/1-6).


İkinci hayatın tanınması ve
anlaşılması, insan aklının kavrayacağı
bir şey değildir. İnsan aklı ancak bu hayatta
olanları ve bu kâinatta bulunanları kavrar. Bunun içindir ki,
ikinci hayatın tanınması, Allah'ın kitabında
bildirdiği haberler ve Resulü'nün anlatmalarına dayanır.
Ayet ve Hadislerden elde edilen bilgilere göre, İkinci hayat,
İsrâfil'in 'sûr'a üflemesiyle bu âlemin yok olmasından
kırk yıl geçtikten sonra başlayacaktır.


O hayatın günleri ve ayları bu hayatın günleri ve
aylari gibi midir, yoksa başka bir ay ve gün müdür?. Bunu
bilemiyoruz. Bu, zaman geçtikten sonra gökten yağmur inecek,
cesetler bitki gibi toprağın altından bitecektir. Bu
iş, yağmur suyu ile her insanın kuyruk sokumunda bulunan küçük
kemik vasıtasıyla meydana gelecektir. İkinci
yaratılış tamamlanıp gelişme ikmâl olduğu,
cesetlerin heykelleri toprağın altında tamamlanarak hiçbir
eksiği kalmadığı zaman onlara ruh verilir. Bu
cesetlere hayat girer, hareket etmeye başlarlar. Ölüm meleğinin
bu dünyada almış olduğu ruhları Allah her insana iade
eder. Bu ruhlardan bazıları, sahibinin iman ehli ve amel-i sâlih
sahibi oldukları için güzel ve temiz ruhlardır. Bunlar ulvi
âlemde muhafaza edilmişlerdir. Bazıları ise, küfür
sahibi ve günahkâr kişilerin ruhlarıdır, bunlar çirkin
ruhlardır, süflî âlemde kalmışlardır. Bu ruhlar,
bulundukları yerden cesetlerine gelirler, sonra Allah'ın görevlendirdiği
bir melek: "Yerinizden kalkınız, Rabb'ınıza dönünüz"
diye seslenir. Onlar bu sesi işitirler ve icabet ederler. Yer açılır,
kabırlerinden mahşere gitmek için canlı olarak kalkarlar
(el-Hakka, 69/13-18; Kâf, 50/41-44, el-Kamer, 54/6-8; el-Meâric,
70/41-44; elÂdiyat, 100/9-10).


İkinci defa dirildikten sonra bütün mahlûkâtın bir sahada
toplanmasına "Haşr"* denir. Bu toplanma, dünyada yaptıklarından
dolayı aralarında hüküm verilmesi içindir. İnsanlar
kabırlerinden canlı olarak kalktıktan sonra ilk defa
yaratıldıkları gibi tekrar hayata döndürüleceklerdir:
"Mahkukatı ilk yaratmağa
başladığımız gibi, yine onu öldükten sonra iade
edeceğiz..." (el-Enbiya, 21/104). Hz. Peygamber (s.a.s.):
"Kıyamet gününde insanlar çıplak, sünnet olmamış
ve yalın ayak olarak (mahşer meydanına) geleceklerdir.
" der. Hz. Âişe: "Ey Allah'ın Resulü, kadın ve
erkeklerin hepsi bir arada olunca birbirlerine bakmazlar mı?"
diye sorunca Peygamberimiz(s.a.s.): "Ey Âişe, o gün, insanların
birbirlerine bakamayacakları kadar durum şiddetlidir. "
buyurarak "haşr" için toplanan insanların düştükleri
sıkıntıyı dile getirmektedir (Müslim, Cennet, 56).
Muttakî, mücrim ve kâfirlerin haşrolunmaları hakkında
Kur'an şöyle der:


"Takva sahiplerini heyet halinde Rahman(ın huzuruna)
topladığımız gün, suçluları da susuz olarak
Cehennem'e sürdüğümüz (gün) " (Meryem, 19/85-86).


"O gün 'sûr'a üflenir ve o gün suçluları (yüzleri
kapkara, gözleri) gömgök (kör bir durumda) toplarız. " (Tâhâ,
20/103).


"...Kıyamet günü onları (kâfirleri), yüzü koyun,
kör, dilsiz ve sağır bir halde süreriz. Varacakları yer
Cehennem'dir... " (el-İsrâ, 17/97; Tâhâ, 20/124).


İnsanların, hesap vermek üzere toplandıkları
Mahşer günü güneş, insanların başları üzerine
iyice yaklaşır, sıcaklık çok şiddetlenir. Ve
insanlar, günahları nisbetinde tere batarlar. Bir kısmı
topuklarına kadar, bir kısmı diz kapağına, bir
kısmı göbeğine ve bir kısmı da ağzına
kadar tere batar (Müslim, 8/135; Buhârî, 6/137). Hararetin en
şiddetli olduğu bu günde, adil devlet reisi, gönlü mescidlere
bağlı genç, sadakayı gizli veren cömert, güzel bir kadının
zina davetini Allah'tan korkusu nedeniyle kabul etmeyen muttakî,
sevgileri Allah için olan iki dost, Allah'a ibadetle büyüyen genç ve
tenha yerde Allah'ı zikrederek gözleri yaşla dolup taşan
insanı Allah, lûtfuyla Arş'ının gölgesinde
gölgelendirecektir (Buhârî, Ezân, 36; Hudud, 19).


İnsanlar, Rabb'larının huzurunda haşrolunup
toplandıklarında ve beklemenin zorluğu, korkunun
şiddeti nedeniyle yorgunluk son haddine
ulaştığında insanlar, ruhlarının
temizliği ve kirliliğine göre Yüce Allah'ın kendilerine hükmetmesini
beklemeye başlarlar:


"Peygamberler (şahidlik edecekleri) vakit için getirildiği
zaman: Ertelenmiş oldukları güne, yani hüküm gününe.
Hüküm gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin?
Yalanlayanların vay haline o gün." (el-Mürselât, 77/11-15).
Bugün haklı ile haksızın, iyi ile kötünün, zalim ile
mazlumun, inanan ile inanmayanın ayrıldığı
fasıl günüdür. Özür ve kurtuluş fidyelerinin kabul
edilmediği (Hadid, 57/15; el-Bakara, 2/254) dillerin
konuşmadığı bu günde (el-Bakara, 2/255) ancak
kendilerine, insanlar için şefâat etme izni verilenler konuşabilir.
İnsanlar Âdem, Nuh, İbrâhim, Mûsa, İsâ peygamberlere,
kendilerine şefâat etmeleri için giderler. Onlar bu konuda özür
beyan edince bu defa Hz. Muhammed'e gelirler. Peygamberimiz (s.a.s.) Rabb'ının
huzurunda secdeye kapanarak ona hamdeder, ümmeti için şefâat
diler. Rabb'i kendisine: "Başını kaldır ve iste,
ne istersen verilecektir, şefâat et, şefâatin kabul
edilecektir" deyinceye kadar secdede kalır. Ümmetine şefâat
diler. Ümmetinden hesabı olmayanlar Cennet'e girerler.




Konular