Fıkıh | Konular

Ruh çagirma

Varlık dünyasının sadece bizim beş duyumuzla
algılayabildiklerimizden ibaret olmadığını,
meleklerden söz ederken bir parça anlatmaya çalışmıştık.
Gerçekten de bizim boyumuzun yetiştigi dünya, yetişemediğinin
yanında çok küçük kalır. Bunu aklımızla
anlayabiliyoruz. Öyleyse aklımızı biraz daha çalıştırmak
zorundayız. Anadan doğma kör olan bir adam düşünün. Bu
adamın gözle algılanabilen renklerden hiçbir haberi olamaz.
Kendisine şekilleri ve boyları aynı olan iki kalem verseniz
ve şu kırmızı, şu da yeşildir, deseniz, o
kalemleri eliyle şöyle bir yoklar ve hiçbir fark hissetmeyince
kendisiyle eğlendiğinizi bile zannedebilir. Hattâ o, görmenin
bile ne olduğunu bilemez. Fakat buna rağmen aklını
kullanırsa kendisinin hiç hissetmediği bir renk âleminin
bulunduğuna karar verebilir. Işte bizim beş duyumuz
değil de, altı ya da daha fazla duyumuz olsa idi, acaba
şimdi hissedemediğimiz başka dünyaları öğrenemeyecek
miydik? Elbette öğrenecektik. Çünkü varlık âleminin sadece
bizim bildiklerimiz olmadığını gösteren birçok
olayla karşılaşıyoruz. Sağlam rüyalar, bunlardan
sadece bir tanesi. Öyleyse..? Bilinmeyenler bilinenlerden,
görünmeyenler görünenlerden daha fazladır. Madde, mânâya
esirdir. Mânâyi hiç kabul etmeyip maddeye esir olan, her ikisine de
esir olur. Melekler, cinler ve şeytanlar hep o göremediğimiz mânâ
âleminin varlıklarıdır. Yani mânâ âleminin de kötü
olanları vardır. Öyleyse göremediğimiz,duyamadığımız,
fakat vicdanımızın sesinden dinlediğimiz o âlemi bir
bilenden öğrenmeliyiz ki, oranın şerleriyle ilişki
kurmayalım. Işte bu bilenler peygamberlerdir. Bunları
şunun için söylüyoruz :


Bedenimiz gıdaya muhtaç olduğu gibi, ruhumuz da muhtaçtır.
Sadece maddeye inanan insanlar, birgün kendilerinde bir boşluk ve
bir eksiklik hissediyorlar. Daralıyor, sıkıntı duyuyor
ve bir arayış içerisine giriyorlar. Bu durumun, ruhların
acıkması olduğunu anlamıyorlar ama, madde dünyası
kendilerine dar geliyor ve ellerini dünyanın perdesinden mânâ
âlemine doğru uzatıyorlar. Tanımadıkları, bir
bilene sormadıkları o dünyadan, körün odun diye yılana
sarılması gibi, ellerine geleni alıyorlar. Çoğu zaman
o âlemin kötüleriyle karşılaşıyorlar ama, kötü
olduğunu anlamadan, susuz insanın çamaşır suyu
diklemesi gibi kabulleniyorlar, çünkü ruhları o kadar muhtaçtır
ki, kendi dünyası ile ilgili olarak bulduğu herşeyi iyi kötü
ayıramadan kabulleniyor. Halbuki, Peygamberligin önderliğinde
ruhuna, o âlemin en güzel gıdalarını takdim edebilir ve
"doygunluk ve olgunluğa" erebilirdi.


Bütün bunları, ruh çağırma olayının,
aslında mânâya inanmayanların suratına kendi elleriyle
çarptıkları bir tokat olduğunu anlatmak için
söylüyoruz.


Konunun öbür yönüne dönersek; bu adamların "ruh çağırma"
diye, önce kendilerini kandırdıklarını peşinen söyleyebiliriz.
Gerçi bu tür ruh çağırma celselerinde, bir takım
seslerin çıktığı, bir takım
kıpırdanmaların olduğu, hattâ bir takım
varlıkların görüldüğü ve hattâ bunların fotograf
makinesiyle resimlerinin çekildiği bir gerçektir. Yani işin
olağanüstü bir yönü vardır. Ancak bu esrarengiz güç onların
dediği gibi ruh değil, insanlarla her fırsatta kolayca
ilişkide bulunabilen cinlerdir. Onlar insanların bu tür zaaflarını
ve bilgisizliklerini fırsat bilir ve bununla, onlar gibi daha yüzlercesini
saptırabilirler. Sebep, bu zavallı insanların bir delik
bulup ellerini, ötesini görmedikleri o delikten içeri sokmaları ve
ellerine geleni yakalayıvermeleridir.


Evet, insanlar öldükten sonra da ruhlar kalıcıdır.
Ancak, tekrar dünyaya gelmeleri ve görünmeleri mümkün değildir.
Onlar ya nimet, ya da azap görmektedirler. Halbuki, çağrıldığı
sanılanlardan hiçbir ruh kendi başına gelenleri
anlatmış değildir. Peygamberimiz Bedir savaşı günü
bir kuyuya atılan kâfir leşlerine: "Nasıl, rabbinizin
size söylediklerinin doğru olduğunu gördünüz mü? Ben,
Rabbimin bana vaadettiğinin doğru olduğunu gördüm"
diye hitap edince bir sahabi, "ey Allah'ın elçisi, bu ölü
insanlar sizin söylediklerinizi duyarlar mi?" diye sormuş.
Peygamberimiz de: "Benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi
duyuyor değilsiniz. Ne var ki onlar bana cevap veremezler"
buyurmuştur. (Mûslim, cenâiz26. ) Herhalde Peygamber'e cevap
vermeyen ruhların; bu adamlara cevap verebilmesi mümkün olamaz.


Konular