Fıkıh | Konular

Seferiligin hükümleri

Yolcular için bir takım kolaylıklar, ruhsatlar
getirilmiştir. Ramazanda yolculukta bulunan için orucu geri bırakmak
mübahtır. Yolcunun mesh süresi üç gün üç gecedir. Yolcu dört
rekatlı farz namazlarını ikişer rekat olarak
kılar. Buna "kasrı salat" denir.


Yolculukta dört rekatlı namazların kısaltılarak
kılınması Kur'an, Sünnet ve icma ile câizdir.


Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer kâfirlerin size
fitne vermesinden korkarsanız, yeryüzünde sefere çıktığınız
zaman namazları kısaltarak kılmanızda bir sakınca
yoktur" (en-Nisa, 4/101). Bu âyette kısaltmanın korku
şartına bağlanması o günkü olayı tespit etmek içindir.
Çünkü Rasûlüllah (s.a.s)'in çoğu yolculukları korkudan
uzak değildi. Ashab-ı Kiram'dan Ya'la b. Ümeyye (r.a) Hz.
Ömer'e şöyle demiştir: Biz neden namazları
kısaltarak kılıyoruz? Halbuki güven içindeyiz. Hz. Ömer
de buna cevap olmak üzere şöyle buyurdu: Ben de aynı durumu
Hz.. Peygamber'e sormuştum; şöyle buyurmuştu: "Bu,
Allah'ın size verdiği bir bağıştır,
Allahın sadakasını kabul edin" (Müslim, Misafir, 4;
Tirmizi, Tahare, 4, 20; Nesâi, Taksir, I).


Hz. Peygamber'in umre, hac veya savaş için yaptığı
yolculuklarında namazları kısaltarak
kıldığı ile ilgili haberler tevatür derecesindedir.
Abdullah ibn Ömer (r.a) şöyle demiştir:


"Hz. Peygamber (s.a.s)'e yolda arkadaşlık ettim. O,
yolculuklarında iki rekattan fazla kılmazdı. Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer ve Hz. Osman da böyle yaparlardı" (Ibn Mâce, Ikâme,
75). Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Yolcunun namazı, Nebinizin lisanı üzere kısaltılmaksızın
tam iki rekattır" (Buhârî, Taksîr, 11; Küsûf, 4; Ibn Mâce,
Ikâme, 73, 124).


Yolcunun dört rekatlı farz namazları kısaltması
zorunlu mudur; yoksa kısaltmakla tam kılmak arasında
serbest midir?


Hanefîlere göre, yolcunun namazları kısaltarak
kılması vacib ve aynı zamanda azimettir. Yolcunun bilerek
iki rekattan fazla kılması mekruhtur. Bununla birlikte iki rekat
kılıp da teşehhütte bulunduktan sonra iki rekat daha kılacak
olsa farzı eda etmiş, son iki rekât da nafile olmuş olur.
Ancak selâmı tehir etmiş olmasından ötürü kötü bir iş
yapmış sayılır. Fakat birinci teşehhüdü
terketse veya ilk iki rekatta kıraatta bulunmamış olsa
farzı eda etmiş olmaz. Nitekim sabah ve cuma namazlarında
da hüküm böyledir. Hz. Aişe (r.anha)'den şöyle dediği
rivayet edilmiştir: "Namaz ikişer rekat olarak farz
kılındı, sonra hazarda ziyade olundu, seferde ise
olduğu gibi bırakıldı (Buhari, Salat,1; Müslim,
Misafirin,1; Ebû Davud, II, 3). ibn Abbas (r.a)'ın şöyle dediği
nakledilmiştir: "Allah Teâla namazı, Peygamberimizin dili
ile hazarda dört rekat, seferde iki rekat olarak farz kılmıştır"
(Müslim, MüŞâfirîn, 5, 6; Ebû Davud Sefer, 18; Nesâî, Havf 4;
Ibn Mace Ikame, 75).


Malikilere göre, seferde namazı kısaltarak kılmak müekked
sünnet, Şafiî ve Hanbelilere göre ise yolculukta namazları
kısaltarak kılmak, muhayyer olmak üzere ruhsattır. Seferî
kişi namazlarını kısaltarak da, tam olarak da
kılabilir. Ancak Hanbelîlere göre kısaltmak mutlak olarak tam
kılmaktan daha faziletlıdır. Çünkü, Hz. Peygamber ile
dört halife bu şekilde yapmaya devam etmişlerdir.


Yolculuk ister ibadet için, ister mübah veya masiyet bulunan bir
amaçla olsun, her türlü yolculuk sırasında namazları
kısaltmak caizdir. Meselâ; yol kesmek, meşrû olmayan bir eğlenti
yapmak veya başka bir haram işlemek için yolculuk yapan kimse
de ruhsatlarından yararlanır. Zira bu konudaki nasslar bunun
ifadesidir; "Yeryüzünde yürüdüğünüz zaman sizin için
namazları kısaltmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nîsa,
4/104) âyetinde yolculuğun meşrû veya gayrı meşrû
olması arasında bir ayırım
yapılmamıştır (Ibnül-Hümâm, a.g.e., I, 405 vd.; Ibn
Abidin, Reddül-Muhtar, I, 733, 736).


Hanefiler dışındaki çoğunluk müctehidlere göre
ise; yol kesmek, şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak gibi
Allah'a isyanın söz konusu olduğu yolculuklarda, sefere mahsus
olan namazların kısaltılması, birleştirilmesi oruçlunun
iftar etmesi, mestler üzerine üç gün mesh etmek, binek üzerinde
nafile namaz kılmak gibi ruhsatlar mübah olmaz. Çünkü, bu gibi
kimseler Allah'a isyan için yolculuk yapmış sayılır.
Bu konudaki kaide şudur:


"Ruhsatlar masiyet ve kötülük işlemeye dayanak
yapılamaz". Yine Allah Teâlâ darda kalana ölü hayvan etini
yemeyi "haddi aşmama ve Allah'a isyanda bulunmama"
şartına bağlamıştır (el-Bakara, 2/173). Bu
durumda ruhsatlar günah ve kötülük işlemeye dayanak
yapılamaz (Ibn Kudame, el-Muğnî, Kahire 1970, II, 261;
Zühaylî, II, 323 vd.; Ibn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I, 163).


Seferi kimse bir beldede on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet
edince mukîm olur ve artık namazlarını tam kılar.
Eğer on beş günden az kalmaya niyet ederse seferîliği
devam eder. Bu konuda dayanılan delil, kadınların temizlik
süresine kıyastır. Temizlik süresi, hayız sebebiyle
kadının üzerinden düşen namaz ve orucun edasına dönmeyi
gerektirir. Ikamet yerinde bulunmak da sefer sebebiyle kişinin
üzerinden düşen bazı vecibelerin yapılmasına geri dönmeyi
gerektirir. Bu yüzden temizlik süresinin on beş gün ile sınırlanması
gibi, en az ikâmet süresinde on beş gün olarak takdir edilmesi
gerekir. Bu görüş Ibn Abbas ve Ibn Ömer (r.a)'dan nakledilen
şu söze dayanır: Seferî olduğun halde bir beldeye girer
ve bu beldede on beş gün kalmaya niyet edersen namazını
tam kıl. Eğer buradan ne zaman sefere çıkacağını
bilmezsen namazlarını kısaltarak kıl" (ez-Zühayli,
el-Fıkhul-Islâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 323).


Bir yolcu, bir beldede belirli bir ihtiyacını görmek için
beklerse, bekleme işi yıllarca sürse bile namazlarını
kısaltarak kılar. On beş günden fazla kalmaya, niyet
etmediği için seferîlik hali devam eder. Nitekim Ibn Ömer (r.a)
Azerbaycan'da altı ay kalmış ve namazlarını bu
şekilde kısaltarak kılmıştır. Bir
kısım sahabenin de böyle yaptığı rivayet
edilmiştir.


Ordu bir beldeye girse, askerler burada on beş günden daha fazla
kalmaya niyet etseler bile namazlarını kısaltarak
kılarlar. Çünkü orada kalmak veya yenilip çekilmek ihtimalı
bulunduğu için süre ile ilgili niyet geçerli değildir.


Şâfiî ve Malıkilere göre, yolcu bir yerde dört gün
kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Çünkü
sünnette, dört günden az ikâmetin, seferin hükmünü kesmeyeceği
açıklanmıştır. Rasülullah (s.a.s) şöyle
buyurmuştur:


"Muhacır hacdaki ibadetlerini yaptıktan sonra üç gün
ikâmet eder. " Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), umre yaptığı
zaman Mekke'de üç gün süreyle kaldığı halde
namazlarını kısaltarak kılıyordu"
(eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 207 vd.).


Hanbelîlere göre yolcu, dört günden fazla veya yirmi vakitten fazla
kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Bundan az
olursa kısaltarak kılar.


Yolculuk ve ikâmet hallerinde, tabi olanın değil, tabi
olunanın niyeti geçerlidir. Bu yüzden asker, komutanının;
işçi işvereninin; öğrenci hocasının; kadın
kocasının niyetine göre mukim veya yolcu olmuş olur.


Yolculuk konusunda henüz erginlik çağına girmemiş olan
çocuk hakkında da sefer hükümleri cereyan etmez. Şâfiîlere
göre ise, mümeyyiz çocuğun yolculuğa niyeti geçerli olup,
namazını kısaltarak kılabilir.


Yolculukta bulunan kimse tabi olduğu kimsenin nereye
gideceğini ve niyetini bilmediği ve sorusuna da cevap
alamadığı takdirde üç günlük mesafeye kadar namazlarını
tam kılar, ondan sonra kısaltmaya başlar.


Islâm devlet başkanı, sefere niyet etmeksizin ülkesi
içinde bir süre dolaşacak olsa, namazlarını tam
kılar; fakat, sefer süresi dolaşmaya niyet ederse,
namazlarını kısaltır. Doğru olan budur.


Mukîmin kazaya kalan namazları, yolculuğa çıkmasıyla
ve yolcunun kazaya kalan namazları da ikamete niyet etmesiyle
değişmez. Bu yüzden seferde iken kazaya kalan namazları
ikiser rekat olarak kılar. Bir yolcu da ikâmet zamanında kazaya
kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar.


Mukîm, müsafire; müsafir de mukîme uyabilir. Burada müsafir iki
rekatın sonunda selâm verince, mukîm kalkar -sağlam görüşe
göre- kıraatta bulunmaksızın namazını tamamlar;
yanılırsa secde de etmez. Çünkü, bu mukîm bir lâhik
mesabesindedir (bk. "lahik" mad.). Imam olan müsafirin namazdan
önce "Ben seferîyim, siz namazlarınızı
tamamlayın" demesi müstehaptır.


Yolcu ise ancak vakit içinde mukîme uyabilir. Bu durumda dört rekatlı
bir farz namazını mukîm gibi tam olarak kılar. Imama vakit
içinde uymakla farz namazı iki rekattan dört rekata dönüşmüş
olur. "Ibn Abbas "Seferî'nin durumuna ne dersiniz? Yalnız
başına kılınca iki rekat, mukîm olarak dört rekat kılıyor"
sorusuna; "Bunu yapmak sünnettir" cevabını
vermiştir" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).


Nâfi' şöyle demiştir: "Ibn Ömer seferî olduğu
zaman imamla birlikte kılınca dört rekat kılar;
yalnız başına kıldığı zaman ise iki
rekat kılardı" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).


Bir kimse müsafir iken kazaya kalan dört rekatlı bir
namazında mukîm imama uyamaz. Çünkü bu namaz daha önceden iki
rekat olarak meydana gelmiştir.


Yolculuk veya yağmur, kar gibi bir mazeretle iki namazı bir
vakitte kılmak caiz değildir. Yalnız Arafat'ta öğle
ile ikindi, Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını
birleştirip cemaatle kılmak caiz görülmüştür (bk.
"Namazın Vakitleri").


Hanefîler dışında üç mezhep imamına göre bir
mazeret bulununca öğle ve ikindi veya akşam ile yatsı
namazlarını takdim veya tehir şekliyle bir vakitte
birleştirmek caizdir. Meselâ; öğle namazı ile ikindi
namazı öğle vaktinde kılınabileceği gibi, ikindi
vaktinde akşam ile yatsı birleştirilerek iki vakitten
birinde yani takdim veya te'hirle kılınabilir. Hanefîlerin dışında
kalan alimler takdim ve te'hir'in caiz olduğu kanaatindedirler.


Mukîm iken kazaya kalan namazlar, yolculuğa çıkmakla veya
yolcu iken kazaya kalan namazlar mukîm olmakla değişikliğe
uğramaz. Bu yüzden yolculukta kazaya kalan dört rekatlı
namazlar, ister yolculuk sırasında isterse mukîm iken kaza
edilsin, kısaltılarak kılınır. Mukîm iken kazaya
kalan namazlar da yolculuk halinde kaza edilecekse tam olarak kılınır.


Yolculuğun Sona Ermesi:


Aslî vatana dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer. Burada oturmaya
niyet edilip edilmemesi sonucu değiştirmez. Ikâmet vatanına
dönüşte ise, oturmaya niyet gereklidır.


Vatan üçe ayrılır.



1. Aslî vatan: Bir kimsenin doğup büyüdüğü veya
evlenip içinde yaşamak istediği veya içinde barınmayı
kasd edip, başka yeri vatan edinmek istemediği yere "aslî
vatan" denir.


2. Ikâmet vatanı: Bir kimsenin doğup büyüdüğü,
evlenip içinde sürekli yerleşmeye karar verdiği bir yer
niteliğinde olmaksızın, yalnız içinde on beş günden
fazla kalmak üzere yerleştiği yere de "ikâmet vatanı
(vatan-ı ikâmet)" denir. Askerlik, öğrencilik, işçilik
veya memurluk gibi hizmetler sebebiyle sürekli bir şekilde
yerleşilmeyen beldeler on beş günden fazla kalmaya niyet
edilmesi yüzünden "ikâmet vatanı" niteliğindedir.


3. Süknâ vatanı: Bir yolcunun, içinde on beş günden az
oturmak istediği yer de kendisinin bir vatan-ı süknâsı
olur. Bu sonuncuya itibar edilmez. Bununla ne aslî vatan ve ne de
ikâmet vatanı değişmez. Böyle bir yolcu, hem yolculuk sırasında
hem de on beş günden az kaldığı bu süre içinde
"seferî" sayılır; Aslî veya ikâmet vatanlarına
olan yolculukta ise yalnız yolculuk sırasında seferî
hükümleri uygulanır. Bu vatanlara ulaşan kimse, orada
"mukîm" sayılır.



Seferîlik konusunda bu vatanlar kendi misli ile veya üstü ile
bozulur, aşağısı ile bozulmaz. Bu yüzden insanın
asıl vatanı olan yer, diğer ikâmet ve süknâ vatanları
ile bozulmaz. Yani vatan-ı ikâmette bulunan kimse vatan-ı aslîye
dönmekle müsafir olmaz. Insan doğup yerleştiği veya
karısının yerleştiği yere varınca seferî
olmaz. Sadece gideceği bu yer 90 km.'den uzakta olursa yolculuk
sırasında seferî olur, fakat oraya varınca seferîliği
kalkar.


Bir kimse yerleştiği yerden, yine sürekli olarak yerleşmek
amacıyla başka bir yere giderse, gittiği yer vatan-ı
aslîsi olur; birinci vatanı vatan-ı aslî olmaktan çıkar.
Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s) Mekke'ye gittiklerinde kendisini müsafir
saymış ve "Biz seferîyiz" buyurmuştur
(eş-Şevkânî, a.g.e., III, 270).


Vatan-ı aslî, vatan-ı ikâmetle bozulmaz. Doğduğu
veya karısının bulunduğu yerden öğrencilik,
askerlik, işçilik gibi bir amaçla on beş günden az kalmak
üzere başka bir yere giden bir kimsenin önceki aslî vatanı
nitelik değiştirmez. Oraya dönünce üç gün bile kalacak olsa
seferî sayılmaz. Çünkü vatan-ı ikâmet, vatan-ı aslîyi
bozmaz.


Bir kimse bir şehirde otururken ailesini nakletmeden başka
bir şehirde de evlense, her iki şehir kendisi için asıl
vatan olur. Hangisine gitse mukîm sayılır. Vatan-ı ikâmet
ise, başka bir vatan-ı ikâmete gitmek veya oradan ayrılıp
yolculuğa çıkmak yahut aslî vatana dönmekle bozulur. Yani
vatan-ı ikâmetten ayrılan kimse, yeniden buraya döndüğünde
on beş günden az kalacaksa seferî sayılır.


On beş günden az kalınacak yer olan vatan-ı süknanın
bir önemi yoktur. Kişi orada seferî sayılır. Bu vatan,
diğer vatan çeşitlerini değiştirmez. Kişi
onbeş günden kısa süren ve 90 km.'den uzağa
yaptığı tüm yolculuklarında, şehrin
yerleşim alanları dışına çıktığı
andan itibaren ve gittiği yerde seferî sayılır. Bu durum
geri dönünceye kadar devam eder.


Cemaatle namâzda mukîm müsafire uymuşsa, müsafir iki rekat kılınca
selâm verir, mukim selâm vermeyip namazı dörde tamamlar. Namazı
dörde tamâmlarken hiç bir şey okumaz; çünkü namazın
baş tarafını imamla kılmış ve farz
kıraat yerine gelmiştir (Ibnül-Hümam, I, 405; Ibn Âbidîn, I,
733 vd.; Zeylaî, et-Tebyîn, I, 215).


Konular