Fıkıh | Konular

Uyaniklik halinde rasulüllah'i görmek

Bir araştırma dergisinde bir hadis profesörünün,
Rasûlüllah (sav)'in cesediyle alâkalı,
alışmadığımız uslüpta, şeyler söylediğini,
uyanıklık halinde Rasulüllah (sav)'i gördüğünü
söyleyen ulamayı alaylı ifadelerle tenkit ettiğini okuduk.
Mes'ele gerçekten onun dediği gibi midir? Meselâ günümüzdeki
insanların uyanıkken Rasulüllah (sav)'i görmeleri mümkün değil
midir?


Sözünü ettiğiniz yazıyı derginin ilk çıktığında
bendeniz de okumuştum. Sizin mektubunuz üzerine tekrar okudum. Adıgeçen
yazıda ilmî cevabı gerektirecek sâz mutalaalar var denebilir.
Zaten muhterem müellifin bir mesaî arkadaşından öğrendigime
göre, makaleye ilk koydukları başlıkoldukça ağır
kelimeler ihtiva ediyor imiş, başlığı haklı
ikazlar üzerine değiştirivermişler. Bu ve aynı
yazıda yapıcı tenkitler beklediğini söylemeleri hem
hakşinas olduklarını, hem de bu söylediklerinde tartışmasız
isabetli olduklarını iddia etmediklerini gösterir. Fakat bizim
bu kısa ve acele yazımızda yapabileceğimiz,
mes'eleninin sadece bir yönüne temas edebilmek ve şu anda Rasûlüllah
(sav)'in görülüp-görülemeyeceğini anlatmaya çalışmaktan
ibaret olacaktır. Ancak bir kardeşiniz olârak şu
ikazımı da hoş
karşılayacağınızı umarım: Dinin
aslını oluşturmayan böyle teferruat mes'elelerde farklı
düşünebilmek mezmum değildir ve ulemanın
şiarındandır. Binaenaleyh, nice on yıllarda
yetişen öyle üstatlarımız -ki biz onların talebesi
nesliyiz- öyle ağır dille, itham etmemiz
yakışıksız olur.Imdi: Mes'elenin önce amelî
(ictihada mecal) ve itikad esaslarıyla ilgili bir konu
olmadığını söylemekle başlayalım. Yani
Rasulüllah Efendimiz (sav)'in "yakaza" halinde görülebileceğine
ya da görülemeyeceğine inanmak ya da inanmamak mecburiyetinde
değiliz. Iman esaslarımız arasında böyle bir şey
yok. Bunlardan herhangi bir yönü herkes için "yakîn ilim"
ifade edecek biçimde bildiren şer'i deliller de yok. Binaenaleyh
mes'ele sadece genel olarak ilgilenen insan için "işaret"
ve "delâlet"lerden istinbat edilen bir "zann-i galip"
ve "itmi'nan,", bizzat yaşayan insanlar için ise başkalarını
ilzâm etmeyen, ilgilendirmeyen bir nevî "yakîn" ifade
edebilir. Öncelikle bunu böylece tespit etmemiz gerekir. Ikinci olarak,
varlık alemini beş duyumuzun algı alanıyla
sınırlamak ve olmuş ve olacak olan her olayı bu alemde
geçerli "tabiat kanunlarıyla" bağımlı görmek,
akla aykırı olduğu gibi Allah için de bir
"ta'til" ve O'nu, kendi yarattığı kanunların
haricinde hareket edememekle ta'ciz ve tenkis olur.


Çeşitli Islâm alimlerinin, Allah (cc)'in dışındaki
varlıkları bir takım kategorilere
ayırdıkları bilinmektedir. Meselâ Imam Rabbanî (ks)
şöyle bir ayırım yapar: "Mümkün (yani varlığı
başkasının var etmesine bağlı) alem üçe ayrılır:
l. Alem-i ervâh (ruhlar alemi.) 2. Alem-i misâl (ma'nâların temessül
etmesi görünüm kazanması alemi). 3. Alem-i escâd (bedenler,
maddî varlıklar alemi) Alimlerin dediğine göre "âlem-i
misâl", ruhlar alemi ile bedenler alemi arasında bir ara
alemdir ve bu iki alemin ma'nâları ve hakikatleri için ayna
durumundadır. Ruhlar ve bedenler alemlerinin ma'nâları
"alem-i misâl"de latıf (keşif ve elle tutulur
olmayan) imajlarla (sûret) tezahur eder. Yani her ma'nânin ve her
hakikatin (gerçek varlığın) orada bir sureti ve heyeti
vardır... Kısaca "alemi misâl" sadece müsahade ve
görüntü içindir. Orada oluş yoktur. Işaret edildiği
gibi orası diğer iki aleme aynalık eder...(Imam Rabbanî,
Mektûbat, NI/44-45) Ruh bedenle ilişkiye geçmeden öncede
geçtikten sonra da misâl aleminin aynasında tecelli edebilir. Hatta
Hz. Adem'den önce varlıklarından söz edilen Ademler, beden
aleminde var olan zatlar değil. Hz. Adem'in ruhunun temessülünden
ibarettirler.(Imam Rabbanî, age, N/99) Cinlerin ve meleklerin lâtif
görüntüler olarak "temessül" ettikleri bir vakıadır.
Cinler temessül edebilirken kâmil insanların ve daha da ilerisi
peygamberlerin ruhlarının "misâl alemi" aynasında
görülebilmesinin şasılacak ne yönü vardır?(age. N/101)
Yani görülen onların kendileri (alem-i ebdan)
olmadığı gibi, ruhları da (alem-i ervah)
değildir, belki onun "misâli" (dublesi, perisprisi)'dir.
Bu anlamda olmak üzere Rasulüllah (sav)'in yakaza (uyanıklık)
halinde görülebileceğini söyleyen bir çok alim ve böyle bir çok
vaka vardır.(bk. Münavi, Feyz, VI/132-133)Büyük alim Şah
Veliyyullah Dehlevî, değerli eseri "Huccetu'llahi'1-bâliga"da
"Alem-i misâl" diye bir bölüm açmış ve
Kur'an-ı Kerim sureleri, rahm, namaz oruç gibi ameller, maruf ve
münker, günler ve benzeri manâların nasıl temessül
ettiklerini, hatta ölümün dahi bir koç suretinde temessül edeceğini
hadisle anlatır ve "bir çok hadisin delâlet ettiği
üzere, varlık içerisinde maddî (unsur) olmayan bir alem vardır
ve ma'nâlar orada kendilerine uygun imajlarla temessül ederler..."
der(Dihlevî, Huccetüllah, I/13). Ve "Biz Meryem'e ruhumuzu
(Cebrail'i) göndermiştik de O, kendisine
yaratılışı tam bir beşer şeklinde görünmüştü"(K.
Meryem, (19) 17) ayetine işaret eder (Dihlevî, agk.). Sonra da der
ki: "Bu hadislere bakanlar, ya bunları zahirleri (kelime
anlamları) ile kabul edip, sözünü ettiğimiz biçimde bir
alemin varlığını itiraf zorunda kalırlar ki;
hadis ehlinin kuralı da bunu gerektirir, Suyutî buna dikkat çekmiştir.
Ben de aynı görüş ve kanaatteyim.."(Dihlevî, age
I/14).Görüldüğü gibi mes'ele varlık alemini beş duyu
ile sinirli görüp görmeme, Allah (cc)'i yine kendi yarattığı
kanunlarla "mecbur" bilip bilmeme mes'elesi olduğu kadar
hayatı ve onun safhalarını tanıma mes'elesidir de. Bu
noktada Bediüzzaman'in hayatın tabakaları ile ilgili açıklamaları
ilginç ve ikna edicidir. Özetle:Birinci Tabaka: Bizim hayatımizdir
ve (yeme, içme gibi) birçok kayıtlara bağlıdır.
Ikinci Tabaka: Hz. Hızır ve Ilyas (as)'in hayatlarıdır
ve bir dereceye kadar serbesttir. Yani bir anda pek çok yerde
bulunabilirler.Üçüncü Tabaka: Hz. Idris ve Isa (as)'in hayatlarıdır
ki, beşeriyetin ihtiyaçlarından sıyrılmış,
melek hayatı gibi bir hayata dönüşerek nurani bir letâfet
kesbetmiştir.Dördüncü Tabaka: Şehidlerin hayatıdır.
Kendilerinin öldüklerini bilmezler, belki daha iyi bir aleme
geçtiklerini sanırlar. Hz. Hamza'nın, çok vakalarda kendisine
sığınan adamları koruması, bununla izah
edilir.Beşinci Tabaka: Kabir ehlinin ruh hayatlarıdır.
Ölüm tebdil-i mekândır, ruhun salıverilmesidir, görevden
terhistir. Yokluk ve fena değildir. Sayısız vakalarla
evliyanın ruhlarının temessül etmeleri ve keşif
ehlinde bizlerle münasebetleri ve gerçege uygun olarak bizlere haberler
uçurmaları gibi pek çok delil bu hayat tabakasını
aydınlatır ve isbat eder..."(Saîd Nursî, Mektubat,
6-7)Buhari, Müslim, Ebu Davud ve daha başkalarının rivayet
ettikleri bir hadis-i şerif de anlatmaya çalıştığımız
şeyi destekler: "Beni rüyasında gören bir süre sonra
uyanıkken de görecektir. Çünkü şeytan benimle temessül
edemez."(Buhari, tâbir 10; Müslim, rü'yâ,11) Gerçi bu hadisin
ma'nâsi beş-altı ihtimalı akla getirebilir. Hadis
Sarihleri de hadisi bu ihtimallere göre anlamaya çalışmışlardır,
ama, dünyada iken ve "yakaza" halinde görülebilmesi de bu
ihtimallerden biridir.(bk. Ibni Hacer, Fethul-Bârî, XN/385; Nevevî,
Serhu-Müslim, XV/30-32) Durum böyle olunca, sözünü ettiğiniz
sayın müellifin ifadesi ile "yazdığı eserleri
taşıyabilmek için araba tahsisi gereken" Suyuti gibi bir
alimin sözünü yine sayın müellif naklediyor: "Ey kardeşim
bilesin ki şu ana kadar ben Rasulullah'la yetmişbeş defa
uyanıkken konuşmada bulundum..." Sâzelî: "Eğer
bir an göremeyecek olsam kendimi müslüman saymam", diyor.(Münavi,
agk.) Ibn Abbas'ın Rasulullah'ın vefatından sonra ona ait
olan aynaya baktıgında kendisini değil onu gördüğü
rivayet ediliyor.(Ibn Hacer, agk.) Ibn Hacer'in, Imam Rabbanî'nin, Said
Nursi'nin anlattıklanna göre nice salih kişilerden Rasulüllah
(sav)'i uyanık iken gördükleri onunla konuştukları,
korktukları bazı şeyleri ona arzedip ondan tavsiye
aldıkları" duyulmuş ve nakledilmiştir.(bk. Bu
kişilerin eserlerinden biraz önce verdiğimiz kaynaklar) Hem Islâm
hukukunda hem de Islâm ahlakında Suyutî ve benzerlerinin değil,
sıradan insanların dahi doğruya hamledilebilecek sözlerine
hakikat olarak bakılır (yalan olması ihtimaline binaen hüküm
verilmez). Bir anlam ifade eden sözler mutlaka bir işlem görür.
"Kelamın i'malı ihmalinden evladır." Buna göre
Suyutî ve benzerlerinin bu ifadelerini başka yoruma tabi tutmadan,
hem de alaylı bir ifade ile reddetmek, onları
yalancılıkla itham etmek demektir. Ehli hadis bunu yapmaz.
Öyleyse şöyle diyebiliriz: Bu salih kişiler hiçbir şey görmeden
gördük diyemezler. Mutlaka bir şey görmüşlerdir. Ama bu
elbette Rasulüllah (sav)'in canı ve bedeni ile olan görüntüsü değildir.
Çünkü o da herkes gibi ölümlüdür.(K. Zilmer) Ebubekr Efendimizin
ilanı ile, "kim Muhammed (sav) ölmedi sanıyorsa, bilsin ki
o ölmüştür." Rasulüllah (sav)'i o şekilde gördüğünü
iddia eden de yoktur. Suyutî de "canlı" olarak gördüğünü
değil "yakaza" halinde gördüğünü söylemektedir.
Öyleyse "Hz. Peygamberi, asırlar sonra canlı olarak gördüğüne,
onunla konuştuguna inanan bahtiyarlar arasında işbu Suyutîmiz
de bulunmaktadır." gibi bir ifade hem onun sözünü saptırmak
(ya da anlamamak) hem de istihza etmek olur. En zayıf ihtimalle o
insanlar bir hayal görmüşlerdir. Ama hayal de bir şeydir.
Keşke böyle bir hayali sayın müellifle beraber bizler de
görebilseydik. Ama bunun için herhalde bu konuda Goldziher'den çok
Buhari ile, Müslim ile hatta Rasulüllah (sav)'la rabıtalı ve
onların imajlarına konsantre olmak gerekir. Rasulüllah
Efendimiz (sav) bir hadislerinde: "Beni gören hakikat görmüştür"(Müslim,
Ru'yâ,11) buyurduklarına ve bunu konu ile ilgili diğer
hadislerinde olduğu gibi "menâm" (rüya) ile kayıtlamadıklarına
göre, onların gördüklerine hayal dememiz de mümkün değildir.
Belki onlar Rasulüllah (sav)'in ruhunun "alem-i misal"deki
temessülünü görmüşlerdir. Bu ruh ve cesetten oluşan bir
"abd" olarak Rasulüllah değildir. Gidilse, öpülmek için
eline ayağına kapanılsa (Allah'u a'lem) keşif bir
madde ile temas kurulamayacaktır. Abd ve Rasül olarak onu görme
gerçekleşmiş olmadığından da gören
"sahabî" olmayacaktır. Ama bunun için bu bir taltif ve
bir tekrimdir. Fakir de, birisi çok yakın arkadaşım olmak
üzere, yalan söylemelerine asla ihtimal vermediğim en az üç kişiden
bu tür müsahadeler dinlemişimdir. Bu insanların,
istisnasız, ehli hâl insanlar olması bana bu işin bir
seviye işi olduğunu da anlatmaktadır. Misâl alemindeki bu
görüntü ile konuşma mes'elesi ise şimdilik bizim meçhulümüzdür.
Suyutî ve başkaları konuştuklarını dahi söylüyorlar
(Allah'u a'lem). Ancak şunu da ilave edelim ki bu durum şer'i
bir hüccet, bir delil değildir. Naslara muhalif olmak üzere bu
yolla bir hüküm ispat edilemez. Zaten ruhları orada burada, hatta
birden çok yerde "temessül" eden zatlar (Rasulüllah (sav)'da
öyle mi, bilemiyorum), ruhlârının bu temessüllerinden
kendileri haberdar olmayabilirler de.(Imam Rabbanî, age. N/101) Öyleyse
mes'eleye sadece bir keramet olarak bakmalı ve bu durumu reddedenlere
Aliyyülkâri'nin kerameti kabul etmeyen Mutezileye dediğini söylemeli:
"Kendilerinde görmediler de kabul etmediler."(Ali Kârî,
Serhu'1-Fıkhı'1-Ekber,113) Kaldı ki, böyle şeyleri
reddederken -Allah'u a'lem- etkisinde kaldığımız
Batı bir diğer cephesi ile de bu kabil şeylerle ilgileniyor
ve muhtemel gördüğü her şeyin peşine düşüyor.
Meselâ aynı olayı çok ufak bir hata ile onlar da şöyle
anlatıyorlar:"Ruhun tezahürü bazan uyanık halde de
meydana gelir ve duyu organlarının sınırları
ötesinde hissetmek, görmek, anlamak yetenegine sahip olanlarda
"ikinci görüş dediğimiz olayı meydana getirir"
(Allan Kardec).(Halûk, Egemen Sarıkaya, Duru-Görü Zaman Mekân
Disi Ruhsal Gözle Görüm, Bilim Araştırma Merkezi Ist.1979 s.
2) Buradaki, derslere henüz "alem-i misâl"e çıkmamıştır."'Klervoyans"ya
da "durugöiü", suje tarafından elde edilen enformasyonun
telepatideki gibi bir diğer şahsın zihninden yada beyninden
değil de dissal bir fizik kaynaktan doğrudan
alındığı varsayılan bir ESP biçimidir.
Klervoyans için özel yetenegi olan kişilere de
"Klervoyan" ya da "durugörü medyumu" denir.
(Encyclopedia of Psichology. Vol 1, A-K.)(agk.)"Parapsikolojide
durugöiü, normal duyuların sınırı
dışında kalan, geçmiş zamana ve şimdiki zamana
ait fizik objelerin para normal algılanisi olarak
tanımlanır."(Sarıkaya, age. 9)"Durugörü denilen
gözsüz görüş yeteneği, insan varlığının
sayısız normal üstü duyularından biridir. Gözleriyle
görmeye alismis olanlar, bu türlü bir melekenin nasıl bir görme
olabileceğini, eğer başlarından durugörü deneyimi
geçmemişse pek anlayamazlar ve diyebilirler ki, "böyle bir
şey nasıl olur?" Oysa rüya olayını
animsayıp hiç değilse bir yaklaşim kurabilirler
konuya"(Sarıkaya, age. arka kapak)Kısaca:l. Rasülallah
(sav)'in, hatta bazı evliyanın ruhları, bazı insanlara
temessül edebilir. Bu, onların ne bedenleri ne de
ruhlarıdır belki ruhlarının misâlıdır.2.
Ruhların temessülü bir anda birden çok yerde gerçekleşebilir
ve bundan o ruhun sahibinin haberi de olmayabilir.3. Ancak dinimizde bütün
bunlara inanma zorunlulugu yoktur. Inanmayani; itikadî bozuklukla itham
edemeyiz, belki, henüz dersi oraya çıkmadı diyebiliriz.


Konular