Fıkıh | Konular

Islam hukuku açisindan avrupa toplulugu

Bağımsızlık ya da iç ve dış hâkimiyet
esası devleti ve özellikle de Islâm Devletini başka
şeylerden ayıran en önemli belirtidir. Mekke'deki müslümanlar
bir çekirdek devlet oluşturacak güce ulaştıktan sonra,
onların başkalarının iradesine ve idaresine
bağlı olarak yaşamalarına razı
olunmamış, önce hicret etmeleri istenmiş, sonra da
Medine'de sayıca azınlıkta olmalarına rağmen
Kurucu Medine Anayasası'nin ihtiva ettiği maddeler gereği,
insiyatifi onlar ellerine almışlardır. Çünkü Kur'ân
ifadesi ile: "Allah kâfirlere mü'minler üzerinde asla bir yol
(velayet) yetkisi vermemiştir"(K. Nisâ 4/141). "Izzet
(güç ve onur) Allah (cc)'ındır, Rasulünündür ve
mü'minlerindir"(K. Münafikûn 63/8). "Ey iman edenler, Yahudi
ve Hiristiyanları veliler (hakim ve dost) edinmeyin. Onlar
birbirlerinin velileridir"(K. Mâide 5/51). "Mü'minler,
mü'minleri bırakıpta kâfirleri veli (hakim ve idareci)
edinmesin"(K. Ali Imran 3/28). "Onların yanında izzet
mi arıyorlar? Izzet bütünüyle Allah (cc)'ındır"( K.
Nisâ 4/139). "Sizin, Allah (cc)'ın dışında
velileriniz (dost ve hakiminiz) yoktur. Sonra (böyle bir şey
ararsanız) yardım da göremezsiniz"(K. Hûd 11/113).
"Kim Allah (cc)'ı, O'nun Rasulünü ve mü'minleri veli (dost ve
idareci) edinirse, (bilesiniz ki,) galip olacak olanlar şüphesiz
Allah taraftarları (Hizbullah)'dir"(K.Mâide 5/56). "Ey
iman edenler, dininizi alay ve oyun konusu yapan sizden önceki kitap
verilenleri ve kâfirleri dostlar (veliler) edinmeyin ve eğer
inanıyorsanız Allah (cc)'tan korkup sakının"(K. Mâide
5/57). "Allah (cc)'a ve Ahiret gününe iman eden hiç bir kavim
(topluluk) bulamazsın ki, onlar, Allah (cc)'a ve Resulüne karşı
başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı
kurmuş olsunlar; bunlar ister babaları, ister çocukları,
ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları)
olsalar dahi.."(K. Mücadele 58/22). Özellikle bu ayet,
mü'minlerin, Allah (cc)'a ve Rasulüne baş kaldıran Yahudi ve
Hiristiyanlarla "Bir sevgi ve dostluk bağı"
kuramayacağını açıkca ifade ediyor. AT'nin
esasını teşkil eden Roma anlaşmasının daha
ilk başında yer alan ve topluluğu "communaute"
yani, "Gerçekten sevenler arasındaki ortaklık" diye
niteleyen ifade ile bu ayet yan yana düşünüldüğünde,
naslarda "mefhum-u muhalefeti" kabul etmeyen Hanefilere göre
bundan: "Müslümanlar böyle bir topluluğa girme gibi büyük
bir cürmü işleyemezler", "mefhum-u muhalefeti" kabul
eden Şafiîlere göre ise: "Böyle bir topluluga girenler
müslüman olamazlar" gibi zorunlu bir sonuç çıkar.


Bu kabil ayetler ve bu doğrultudaki hadis-i şerifler pek
çoktur. Bunlar bir Islâm ülkesinin iç ve dış hakimiyetine
verilen önemi tevile yer bırakmayacak biçimde ortaya koyar. Islâm
bütün yaşama yetkisini Allah (cc)'a verir. "Hüküm sadece
Allah (cc)'a aittir"(K. En'âm 6/57). Ve bu esas Kur'ân'da defalarca
tekrarlanır.


Islâm yarınki muhtemel bir savaşta müslümanların
onlarla aynı safta savaşmasına dahi izin vermez. Ubâde bin
Sâmit'in andlaşmalı olduğu Yahudiler vardı. Hendek
harbinde Ubâde Resulüllah (sav)'a müracaat ederek onlardan yardım
görebileceklerini söyledi de bunun üzerine: "Mü'minler
mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler" ayet-i
kerimesi nazil oldu. Buna dayanarak Malikî hukukçular harpte
kâfirlerden hiç bir surette yardım alınamayacağına
kani olmuşlar, diğerleri (Cumhur) ise Resulüllah (sav)'ın
Kaynûkâ Yahudilerinden yardım gördüğünü hesaba katarak,
aynı şartlarda: Onlara ihtiyaç duyulması, onlara güvenilmesi
ve müslümanların komutasında bulunmaları
şartıyla kâfirlerden yardım görülebileceğini söylemişlerdir
(bk. Ibn Kesir, N/89; Kurtubî, IV/119). Bu, müslüman olmayan bir
devlete karşı varsayılacak bir savaştaki durumdur.
Askeri birliğini de gerçekleştirmiş AT'nun bir Islâm
milleti ile yapacağı varsayılan bir savaşta ise Müslüman,
Yahudi ve Hiristiyanın safında kendi kardeşine vurmak
zorunda kalacaktır ki, Islâm hukuku açısından bunun
cevazını düşünmek bile mümkün değildir.


Islâm Dini bütün bunları korumayı hedefler biçimde geldiğine
göre, AT da bu organizasyonda müslüman, bu temel hak ve hürriyetlerini
İslam'ın istediği biçimde korumaktan mahrum olacaktır.
Fonksiyonunu yitiren bir sistem yaşıyor olamayacağına
göre ortalıkta makro düzeyde, ya da sistem olarak Islâm diye bir
şey de kalmamış olacaktır.


Ayrıca, Islâm hukukunun her sahası onun ?öbür âlem'
merkezli bir hukuk sistemi olduğunu açık-seçik gösterir.
Çünkü onun kaynağı ?vahiy'dir. Bu itibarla bir Islâm
ülkesi vatandaşı olan bir müslümanın özel hayatını
düzenleyen hukuk kuralları tamamen özgün ve ona has hukuk kuralları
olacaktır. Zira Islâm hukukunun gayesi, toplumun, hangi yolla sağlanırsa
sağlansın, huzuru değildir. Diğer bir deyişle Islâm;
kötülüğü, onu dünya ölçüleriyle almamız halinde bile,
yapamayacağı için yapmayan, başkalarının
hukukuna hukukî müeyyidelerle saygı göstermek zorunda olduğu
için saygı gösteren insanlardan oluşan bir toplum hedeflemez.
Aksine bunlar asıl hedef için birer vasıtadan ibarettir. Bu yüzden
onun kendi toplumunda evlenmesi, boşanması, miras taksimi,
eşyadaki hakimiyet ve tasarrufları, mal itibar edip
aldığı-sattığı şeyler ve
alım-satımı, akidleri sahih, fasit ve batıl diye
ayırışı, sosyal güvenlik hukuku, çalışma
esasları, vatandaşlarının dârlar arası (Dâr-i
Islâm, dâr-i harp, dar-i sulh) ilişkileri hep kendine has ve kendi
insiyatifinde olan ve başka şekili kabul edilemeyecek hukuk
normları ile tesbit edilmiştir. Bu normların
esasını nasslar teşkil eder ve "Mevrid-i nassta
ictihada mesağ yoktur."


Konular