Fıkıh | Konular

Mudarebe

Arapça "durb" kökünden mufâale vezninde bir mastar olup,
kök anlamı; gitmek, uzaklaşmak, rızık peşinde
koşmak demektir. Bir terim olarak; bir taraftan sermaye, diğer
taraftan işletme olmak üzere oluşturulan emek-sermaye
ortaklığını ifade eder. Sermaye sahibine"rabbü'l-mâl",
işletmeciye ise "mudarib" denir.


Asr-ı saadette islâmî ticaret ortaklıkları kurum hâlini
alırken, Irak ekolü emek-sermaye ortaklığına Kur'ân'daki
kök anlamı (el-Müzzemmil, 73/20) ve medaribi esas alarak
"mudarebe"; Hicaz ekolü ise sermayenin işletmecinin
tasarrufuna havale edilmesine bakarak "mukaraza" veya
"kırâz" adını vermiştir (es-Serahsî-
el-Mebsût, Beyrut, t.y., XXII, 17, 21, 24; el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1394/1974, VI, 79, 80; Mecelle, Madde, 1404).


Islâm'da mudarebe ortaklığı uzun veya kısâ vadeli
her çeşit krediyi sağlamak için elverişli bir yöntemdir.
Toplumda, elinde büyük meblağlara ulaşan nakit parası
olan bir çok kimse bunu işletmek, ticarî bir işte kullanmak
ister. Ancak bilgisi, tecrübesi veya sağlığı
elverişli olmadığı için bu arzusunu gerçekleştiremez.
Yine toplumda bilgili, yetenekli ve ticaret işine yatkın bir
çok kimse de sermaye yokluğundan dolayı ticarete atılamaz.
İşte, mudarebe, birbirine muhtaç olan bu iki unsuru bir araya
getirir ve iki taraf da bundan kârlı çıkar. Toplumda muattal
kalan sermayeler ve iş bulamayan kabıliyetler
değerlenmiş olur. Bu çeşit ortaklık güvene dayanır.


Mudarebe; Kitap, Sünnet ve Icmâ delillerine dayanır.


Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Allah diğer bir
kısım insanların yeryüzünde kendi lütfundan rızık
aramak üzere yolculuk yapacaklarınr bilir" (el-Müzzemmil,
73/20); "Cum'a namazı kılındığı zaman,
yeryüzünde dağılınız ve Allah'ın lütfundan rızık
arayınız" (el-Cum'a, 62/10); "Hac mevsiminde, ticaret
yaparak Rabbinizin lütfundan rızık istemenizde size bir
sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/198). Bu âyetlerin genel anlamı
sermayenin mudarebe yoluyla işletilmesini de kapsamına
alır.


Abdullah b. Abbas (r.a)'ın şöyle dediği
nakledilmektedir; "Efendimiz Abbas b. Abdulmuttalib (ö.32/652)
mudarebe için sennaye verdiği zaman, işletmeciye bu sermaye ile
deniz yolculuğuna çıkmayı, bir vâdide konaklamayı ve
canlı hayvan ticareti yapmayı yasaklardı. Eğer bu
şartlara uymazsa ana parayı tazmin edecekti. O'nun mudarebe sözleşmesine
koyduğu bu şartlar Hz. Peygamber'e ulaşmış ve O,
buna icazet vermiştir" (el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid IV,161).
Hz. Muhammed'e risâlet gelince, toplumda mudarebe uygulaması devam
ediyordu. O, bu uygulamayı takrir buyurdu (es-Serahsî, a.g.e., XXII,
19).


Bir sahabe topluluğu yetimlere ait nakit paraları mudarebeye
verip işletmişlerdir. Hz. Ömer (ö. 23/643). Hz. Osman (ö.
35/655). Ibn Ömer (ö. 73/692) ve Ibn Mes'ud (ö.32/652) bunlardandır.
Kendi devrinde, bunlara karşı çıkan
olmadığı için, bu konuda icma meydana gelmiştir (el-Kâsânî,
a.g.e., VI, 79; el-Bâcî, el-Müntekâ, V, 151;
ez-Zeylâî,Nasbu'r-Râye,IV,113). Diğer yandan Hz. Ömer devrinde
Irak'tan beytü'l-mâl'e ait paranın Hicaz'a mudarebe yoluyla gönderildiği
bilinmektedir (es-Serahsî, a.g.e., XXI, 18; el-Kâsânî, a.g.e., VI,
60).


Kasım b. Muhammed (ö.102/720) şöyle demiştir: Bizim
Hz. Aişe nezdinde bir sermayemiz vardı. O, bunu mudarebe yoluyla
işletmeye verirdi. Allah O'nun gayreti sebebiyle sermayemizi
bereketli kılıyordu (es-Serâhsî, a.g.e., XXI, 18).


Mudarebenin rükünleri icab ve kabuldür. Bu akit "mudarebe,
mukaraza, kırâz, muâmele" veya bu anlamı ifade eden sözcüklerle
meydana gelir. "Şu sermayeyi al, mudarebe yoluyla işlet, kârı
aramızda şu şekilde paylaşırız"
teklifini, mudâribin kabul etmesiyle akit oluşur. Sermaye mudâribin
elinde nakit para olarak bulundukça emânet sayılır. Mala
yatırım yapılınca, mudarible sermaye sahibi (rabbul-mâl)
arasında vekâlet ilişkisi doğar; kâr meydana gelince de,
kâr üzerinde ortaklık söz konusu olur (es-Serahsî, a.g.e., XXI,
19; el-Mevsılî, el-Ihtiyâr, III, 19, 20; el-Kâsânî, a.g.e., VI,
87; Mecelle, mad. 1405, 1413).


Mudarebe çeşitleri:


Mudarabe ortaklığı, tarafların özel şartlar
koyup koymamasına göre, mutlak ve mukayyed olmak üzere ikiye ayrılır.



1) Mutlak mudarebe: Sermaye sahibinin ana parayı, mudaribe
verirken, onu ticaret işinde serbest bırakması, sadece kârın
paylaşılma şeklini belirlemekle yetinmesidir.
"Şu sermayeyi al, yıl sonunda kârı yarı
yarıya paylaşmak üzere mudarebe yoluyla çalıştır"
sözleriyle bu ortaklık doğar. Burada mudarib
(işletmeci), sermayeyi çalıştırırken, islâmi
hükümlere uymayı da üstlenmiş olur. Kasıt, kusur veya
ihmalı bulunmadıkça, meydana gelecek zarara, sadece emeğinin
karşılığını alma şeklinde
katlanır. Çünkü güvenilen (emîn) kimsedir (el-Kâsânî
a.g.e., VI, 87; Mecelle, mad.1406).


2) Mukayyed mudarebe: Sermaye sahibi, ana parayı mudareb'e
verirken özel bir takım şartlar koyabilir. Abbas b. Abdülmuttalib'in
mudareb'e koyduğu bazı şartları Hz. Peygamber'in
tasvip ettiğini yukarıda belirtmiştik. Hz. Ömer'in yetim
mallarını, Hakim b. Hızâm'ın kendi
mallarını mudarebe'ye verirken de, özel şartlar öne
sürdükleri nakledilmektedir (es-Serahsî, a.g.e., XXI,18). Diğer
yandan Nebi (s.a.s): Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri
şartlara uyarlar. Ancak helâlı haram, haramı helâl kılan
şart müstesnadır" buyurmuştur (Buhârî, Icâre,
14; Tirmizî, Ahkâm, 17; Ebû Dâvud, Akdiye, 12). Tarafların düzenleme
yapmadıkları hususlarda örf varsa, ona uyulur. Mecelle'de
şu kaideler bunu ifade eder: "Örfen ma'ruf olan, şart
kılınmış gibidir" (mad. 43). "Beynettüccâr
ma'ruf olan şey beynlerinde meşrût gibidir" (mad. 44).
"Örf ile tayın nass ile tayın gibidir" (mad. 45).



Mudarebe şu noktalarda özel şartlara bağlanabilir:


Ebû Hanife (ö.150/767) ve Ahmed b. Hanbel'e (ö. 241/855) göre:



a) Yer sınırlaması: Ana paranın belirli bir
beldede işletilmesi şart koşulabilir. İş
yerinin Bursa'da açılması gibi... Sermaye sahibi, işi
kontrolü altında tutmak için bu sınırlamayı
getirebilir (Mecelle, mad. 1407).


b) Ticaret çeşidini belirleme: Yalnız sarraflık veya
gıda maddeleri ticareti yapmak gibi...


c) Mudarebe süresini belirleme: Bir yıl süreyle sınırlamak
gibi... Ancak bu taktirde uygun ticaret çeşidini seçmek gerekir.
Yıl sonunda sermaye nakde dönüşmemiş olursa, ya mal
taksimi yoluna gidilir veya malın nakde dönüşmesi için
mudaribe ek süre verilmesi gereklidır.


d) Malın kimden alınıp kime satılacağı
belirlenebilir: Bu; pazarlama, acenta., şube vb. ticaret
faaliyetlerinin kârdan pay alma kârşılığında
yapılabileceğini gösterir.


e) Mudarebeyi gelecek zamana izafe etmek mümkündür. Sözleşme
yapıldıktan altı ay sonra, ticaret faaliyetinin
başlamasını şart koşmak gibi...



Imam Şâfiî ve Mâlikîlere göre son üç madde, yani mudârebe
süresini belirlemek, mal alınıp satılacak kimseleri tesbit
etmek veya akdi gelecek zamana izafe etmek geçerli değildir (el-Kâsânî,
a.g.e., VI, 86; Ibn Kudâme, el-Muğnî, V, 62, 63; eş-Şîrâzî,
el-Mühezzeb, I, 386; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IV, 161.)


Mudaribin ana parada tasarrufta bulunmadan önce kendisinin veya
sermaye sahibinin mudarebe akdini feshedebileceği konusunda görüş
birliği vardır. Ana parada tasarrufta bulunduktan sonra, akdin
bağlayıcı olup olmadığı ise
ihtilaflıdır.


Imam Ebû Hanîfe (ö.150/767), Imam Şafiî (ö. 204/819) ve Imam
Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)'e göre mudârebe akdi bağlayıcı
(lâzım) değildir. Taraftarlardan her biri tek yanlı
iradesiyle bu akdi feshedebilir. Çünkü sermayedâr vekâlet veren;
mudârib ise vekil durumundadır. Ancak fesih sırasında ana
paranın nakit para halinde olması ve karşı
tarafın feshi öğrenmesi de şarttır. Ana para menkul
veya gayrı merkul mal halinde ise, ya aynî taksim yapılır
veya mudaribe ek süre vermek yoluna gidilir.


Imâm Mâlik (ö. 179/795)'e göre, Mudârib ana parada tasarrufta
bulunduktan sonra mudâribe sözleşmesi bağlayıcı (lâzım)
olur ve miras yoluyla da intikal eder. Mudâribten sonra çocukları
veya güvenilir kişiler sermayeyi işletir (el-Kâsânî, a.g.e.,
VI, 109; Ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 237).


Mudarebenin şartları:



1) İnancın mudarebeye etkisi: Mudarebede tarafların müslüman
olması şart değildir. İslâm ülkesinde, (dâru'l-İslâm)
müslümanla zimmî (gayrı müslim teba) veya harbî müste'men
(pasaportlu yabancı) arasında emek sermaye (mudarebe)
ortaklığı kurulabilir. Dârul-harpte bulunan pasaportlu
müslüman bir gayrı müslimin sermayesini mudarebe yöntemiyle işletebilir.
Böyle bir durumda, aralarında ülke farkı, kalmamış
olur (el-Kâsânî, a.g.e., VI, 81, 82).


2) Ana para ile ilgili şartlar: Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a
göre, mudârebede ana paranın altın (dinar) veya gümüş
(dirhem) para kabilinden olması gereklidır. Bu iki çeşit
para, piyasada gerçek maden değeri ile dolaşır ve
satın alma gücünü korur. Faiz yasağı, bunlarda nominal
(itibarî) değer oluşmasına engel teşkil eder.
İmam Muhammed ise, altın ve gümüş
dışındaki madenî paralar (fülûs)'ın da mudârabe
sermayesi olabileceği prensibini benimser. Felsler, maden
değeri dışında nominal değerle
dolaşır. Günümüzdeki kağıt paralar daha çok fels
(çoğulu fiilûs) benzeri nakit paralardır. Ibn Ebi Leylâ ve
el-Evzâi'ye göre misli (standard) ticaret eşyası da
ortaklıkta sermaye olabilir. Buğday, arpa gibi. Bu son görüşü,
çoğunluk hukukçular, kâr hesaplama zorluğu yüzünden kabul
etmezler.


Ana paranın miktarının belirlenmiş olması
yanında, onun mevcut bir para olması, alacak (deyn)
kabılinden bulunmaması gerekir. Ana paranın mudârib'e
teslim edilmiş olması da gereklidır (es-Serahsî, a.g.e.,
XXI, 21; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 82, 85; Ibnü'l-Hümâm,
Fethu'l-Kadîr, VII, 59; Ibn Rüşd, a.g.e., II; Ibn Kudâme, elmuğnî,
V, 68 vd; el-Felevâ'l-Hidiyye, Bulak 1310, IV, 286; eş-Şîrâzî,
I, 385; Mecelle, mad, 1338, 1342, 1409).


3) Kârla ilgili şartlar: Kâr miktarının
belirlenebilir olması gerekir. Sadece kârın bölüşülmesinden
söz edilmiş olursa, prensip olarak yarı yarıya bölüşülür
(en-Nisâ, 4/12). Diğer yandan kârın şâyi' bir cüz
olması da gereklidır; ½, 1/3, ¼ gibi... Mudârebede maktû
(miktarı belirlenmiş) bir kârın şart
koşulması geçerli değildir. Böyle bir şart
mudarabeyi fâsit kılar. Çünkü yalnız maktû kâr kadar
veya daha az kazanç sağlanması hâlinde karşı târaf
bir şey alamaz ve bu yüzden kârda ortaklık gerçekleşmez;
mudarabe akdi fasit olur. Mudarib yalnız ecr-i misil kadar işçilik
ücreti alırken, meydana gelecek tüm kârı sermaye sahibine
ait olur. Zarar olursa buna da sermayedar katlanır (es-Serâhsî,
a.g.e., XXII, 27; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 85 vd).


Mudârabe akdinde, mudâribin yıl sonunda elde edilecek kâra
mahsûben belli ücreti avans olarak alması
kararlaştırılabilir. İslâm hukukçularının
çoğunluğu, mudaribin özellikle şirketle ilgili
dış seyahatlarındaki yeme, içme, naklıye, giyim,
otel, işçi, hamal ücreti gibi masraflarını da ortaktan
alabileceği görünüşünü benimsemiştir; Şâfiî
ve Hanbelîlere göre ise, aksi kararlaştırılmadıkça,
bu gibi şahsî masraflar prensip olarak mudaribe aittir. Bunun
anlamı, bu masrafların mudâribin kâr payından
karşılanmasıdır. Bu prensip, mudâribi kişisel
harcamalarında dikkate alarak daha fazla kâr isteyebilir
(el-Kâsânî, a.g.e., VI, 105; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, V, 81;
es-Serâhsî, a.g.e., XXII, 63; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'sl-Müctehid, II,
238; Mecelle, mad. 1419).



Konular