Fıkıh | Konular

Peygamberlerine iman

Peygamberler, Allah'ın insanlar arasından seçtigi ve özel
olarak egitip yetiştirdigi seçkin insanlar ve elçilerdir.
Peygamberlik çalışmakla elde edilecek bir makam değildir.
Onlar eylemlerinin çoğunu Allah'ın emri ve özel mesajı
(vahiy) ile yaparlar. Bir insan olarak kendiliklerinden
yaptıkları işlerde yanıldıkları, ya da
işin en doğrusuna isabet edemedikleri olursa, bunu Allah (c:c.)
kendilerine derhal bildirir ve onlara mutlaka en doğru olanı
yaptırır.


Peygamberlerin bütün yaptıkları Allah tarafından
kontrol edilip düzeltildiği için, onların bütün hayatları
din adına birer örnek haline gelmiş ve dinin canlı
misalini oluşturmuştur.


Ilk insan, aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Adem(a.s.)'dir. Son
Peygamber ise Hz. Muhammed (s:a.s.)'dir. Bu ikisi arasında
sayıları yüzbinleri aşkın peygamber gönderilmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm, bunların hepsinin isimlerinin bize
bildirilmediğini haber verdiği için, bizim onların
sayılarını öğrenip ona inanmamız şart
değildir. Sadece peygamber olarak gönderilen her insanın
Allah'ın elçisi olduğunu söyler ve öyle inanırız.


Bazı peygamberlerin isimleri Kur'ân-ı Kerîm'de
zikredilmekte ve hayat hikâyelerinden bölümler verilmektedir. Onları
da anlatıldığı gibi kabul eder ve inanırız.
Kur'ân'da isimleri zikredilen peygamberler şunlardır:


Âdem, Idris, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, Ibrahim, Ismail, Ishak, Yakub,
Yûsuf, Şuayb, Hârûn, Mûsâ, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, Zülkifl,
Yûnus, Ilyas, Elyesa, Zekeriyya, Yahya, Isâ ve Muhammed (Allah'ın
salât ve selâmı üzerlerine olsun).


Bütün peygamberler Allah tarafından gönderildiği için
hepsi aynı temel inanç esaslarını getirmiş ve öğretmişlerdir.
Hepsinin öncelikle yaptıkları iş; "Tevhid" e,
yani yalnız Allah'a inanıp O'nun dışındaki ilâhları
inkâra çağırmak olmuştur. Onların hepsi bu işi
yapmış ve insanları canlı veya cansız ilâhlara
kul olmaktan kurtarmaya, yani özgürlüğe çağırmıştır.


Peygamberler, peygamberliklerini mûcizelerle isbatlarlar. Mûcize;
peygamberlerin, Allah'ın gücüne dayanarak başkalarının
yapamayacağı harika işler yapmalarıdır. Allah her
peygambere özellikle kendi zamanında çok ileri giden bilim ve tekniğe
göre bir mûcize vermiştir. Meselâ Hz. Mûsâ zamanında
sihirbazlık çok gelişmiş ve Allah ona mûcize olarak
sihirleri boşa çıkaran bir asa (baston) vermiş, Hz. Isâ
zamanında tıp çok ilerlemiş, Allah da ona mûcize olarak
körleri gördürme, alaca hastalığını
iyileştirme, hattâ ölüyü diriltme kabiliyeti vermiş Hz.
Muhammed zamanında da edebiyat çok ilerlemis, Allah da ona mûcize
olarak Kur'ân-ı Kerim'i göndermiştir. Öyle ki, en büyük
edebiyatçılar bile onun en küçük sûresine dahi benzer bir metin
yazamamışlardır. Önceki peygamberlerin, peygamberlikleri
gibi mûcizeleri de geçici iken, Hz. Muhammed'in en büyük mûcizesi
olan Kur'ân-ı Kerîm'in mûcizeliği de onun peygamberliği
gibi süreklidir. Peygamberlere verilen mûcizeler böyle birer taneden
ibaret değildir. Onlar her istendiğinde Allah'ın
yardımıyla mûcize gösterebilirlerdi. Meselâ, Hz. Muhammed'in
daha yüzlerce mûcizesi vardır.


Peygamberleri diğer insanlardan ayıran bazı özellikler
vardır:




a) Onlar Allah tarafından yetiştirilir ve terbiye
edilirler, insanlar ise akılları ve çabalarıyla bilgi
edinirler,


b) Peygamberlerin gayesi Allah'ın emirlerinin yerine
getirilmesidir, insanlar ise bilgi ve becerileriyle başka
şeyler, meselâ şöhret isteyebilirler,


c) Peygamberler Allah'tan getirip öğrettiklerini kendi
hayatlarında tastamam yaşayan insanlardır.




Peygamberler hiç yalan söylemeyen, yaratılıştan,
üstün anlayış ve ahlâk üzere olan, son derece güvenilen,
hiç günah işlemeyen ve Allah'tan aldıkları bilgileri
tastamam insanlara aktaran ve ulaştıran insanlardır.
(Ismet, emanet, fetanet, sıdk, tebliğ)


Peygamberler'in peygamberlikleri arasında bir fark yoktur, hepsini
peygamber olarak kabul eder ve inanırız. Ancak yerine
getirdikleri görev bakımından aralarında derece farkı
vardır ve Hz. Muhammed, hem bütün peygamberlerin hem de bütün
insanların en üstünüdür. Ondan sonra diğer peygamberler,
sonra büyük melekler, sonra diğer insanların iyileri, sonra da
diğer melekler gelir.


Hz. Muhammed son peygamberdir. Peygamberlik zinciri onunla
tamamlanmıştır. Onun getirdiği din bütün insanlığa
gelmiş son dindir. Artık ne başka peygamber, ne de
başka din gelecektir. O, cinlerin de peygamberidir. Halbuki, ondan
önceki peygamberler belli bölgelere ve belli milletlere gönderilen ve
getirdikleri din, dünyada bulunan herkesi ilgilendirmeyen peygamberlerdi.


Hz. Isâ Allah'ın büyük peygamberlerinden biridir ve Hz. Adem'in
topraktan yaratıldığı gibi, o da Babasız olarak
Allah'ın dilemesiyle Hz. Meryem'den doğmuştur. Annesi de
iffetli bir kadındır. O, -hâşâ- hiristiyanların
dediği gibi Allah'ın oğlu değildir. Onların iddia
ettikleri gibi öldürülüp çarmıha gerilmemiştir. Allah onu
öldürüp kendi katına çıkardığını haber
vermektedir. Indirilişi nasıl olacaktır, bilmiyoruz ama,
sonra da dünyaya indirilecektir.


Aklımıza, peygamberlerin gönderilmesine ne lüzum vardı?
diye bir soru takılabilir. Aslında bunu,.Allah'ın büyük
bir lûtfu ve iyıliği saymamız gerektiğini
hatırlamalıyız. Sonra:


l. Insanlar hem dünyaları, hem de sonları için, kendi çıkarlarına
ve faydalarına olan şeyleri sırf akıllarıyla
bulamazlar. Bunu çok basit konularda bile insanların, çok değişik
şeyler düşündüklerinden anlıyoruz. Işte
peygamberler akılların çözemediği ya dâ çözmekte
zorluk çektigi noktalarda, Allah'ın öğretmesiyle insanlara
rehberlik yaparlar.




2. Daha önce muazzam bir makineye benzettiğimiz
insanların, nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildiren
broşürler durumundaki kitapların
anlaşılmalarını sağlar ve deyim yerinde ise,
bu konuda bir teknisyen görevi yaparlar.


3. Allah'ın gönderdiği emirlerin canlı bir
uygulayıcısı olmakla, yanlış
anlayış ve uygulamalara yer bırakmazlar.




Bütün bunları Allah bizzat kendisi yapsaydı, doğru ve
eğriyi herkese kendisi söyleseydi de, bir takım insanları
peygamber yapmasaydı ne olurdu? diye de düşünülebilir. Buna
cevap olarak denilebilir ki, o zaman herkes Allah'ı duyularıyla
hisseder ve algılardı. Böyle algılanan bir şeyin,
meselâ Güneşin olup olmadığı konusunda
tartışmaya girmek anlamsız olduğu gibi, onun
varlığını kabul etmenin de hiçbir özelliği
olmazdı, kimse güneş vardır dediği için bir değer
kazanmış olmaz. Allah da herkesle konuşsaydı,
inanma-inkâr etme mücadelesi olmazdı. Kısaca imtihan, özelliğini
kaybederdi. Dolayısı ile Cennet ve Cehennem
anlamsızlaşırdı.


Konular