Verilen sözde,yapilan anlaşmada ve edilen vaadde durmamak
Verilen sözde, yapılan anlaşmada ve edilen vaadde durmamak.
'Hulf' kelimesi 'HLF' kökünden gelir. 'Half', arka, geri demektir. "Önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir" (el-Bakara, 2/155)."Bugün bedenini kurtaracağız, senden sonrakilere âyet olsun diye" (Yunuş 10/92). Halef selefin zıddı olup, öncekileri izleyen, sonradan gelen nesil(ler) anlamındadır. "Onlardan sonra bir 'half' (arka nesil) halef oldu" (el-A'raf, 7/ 169). 'Ha Le Fe' fiilinde, derece olarak geride kalma anlamı da mevcuddur. Araplar, durup durup da yersiz söz eden biri hakkında "bin sustu,'half' konuştu" derler. 'Tehallüf' kalma manâsına olup, 'Halafe' "düşüklük, adîlik, ahmaklık" demektir. Aynı fiil kökünden gelen 'hılfe', masdarı ise 'peşisıralık' ifade eder: "Gece ile gündüzü birbirine izler yaptı"(el-Furkan, 25/62). 'Hilâf', karşı çıkma ve ayrıca karşılık (çaprazlama) manâsınadır. (el- Maide: 5/33, et-Tevbe: 81). 'Hilâfe', asılın yokluğunda veya ölümünde ona niyabet etmek demektir. Bu niyabet (vekillik) asılın acizliğinden veya vekilin şerefinden de olabilir. Allah'ın velîlerinin yeryüzünün halifeleri olması, sahip oldukları şeref nedeniyledir. Bu anlamda halife'nin çoğulu 'halâif' gelirken, 'halff'in çoğulu ise 'hulefa' gelir. 'İhtilâf', bir topluluk içinde gruplaşma, herkesin bir başkasının tersine yol izlemesi anlamındadır. Şu kadar ki, ihtilaf zıddiyet anlamına gelmez; her zıt muhtelif olsa da, her muhtelif birbirine zıt değildir (Râgıb el-İsfahânî, Müfredât, 155-6).
Yukarda değişik türevlerini verdiğimiz 'hulf' kelimesi ise, başta açıklandığı gibi, "söze, ahde muhalefet" demektir. 'Veadenî fe-ahlefenî', bana söz verdi, sözünde durmadı (va'd etti, va'dinde durmadı) denilir.
İnsan hayatı bir noktada pek çok vaadlerin ve ahidlerin doldurduğu bir hayattır. Her şeyden önce, insan Cenâb-ı Allah'a "Evet, Sen Rabbimsin" diye söz vermiş (el-A'raf, 7/172) ve bu sözünü yerine getirecek fıtratta yaratılmıştır. Allah da, sözünde durup durmamasına göre insana Cennet veya Cehennem va'd etmiş; kendi yolunda uğraşanları yollarına erdireceğini; insanlar Allah'ın nimetini değiştirmedikleri sürece durumlarını değiştirmeyeceğini; sabır ve sebat gösterirlerse mutlaka mü'minlere yardımda bulunacağını; rasûllerinin ve mü'minlerin mutlaka galip geleceğini, en ufak bir iyiliğin karşılığını kat kat misliyle vereceğini ve akıbetin her zaman müttakîlere ait olduğunu va'd etmiştir ve O asla va'dinden ve ahdinden dönmez (el-Bakara, 2/80; Âlu İmran, 3/9). Ama, eğer insanlar ve özelde mü'minler O'na olan ahidlerinden dönerler ve nimetlerini inkârla durumlarını değiştirirlerse, Allah da onlara verdiği Cennet ve zafer va'dini elbette geri alır (e/İsra, 17/8). Ayrıca, mü'minler Rasûle veya imamlarına biatta bulunduklarında, İmam, Allah'ın Yolu'nda olduğu sürece biatlarından dönecek olurlarsa bu ancak kendi aleyhlerine olur (el-Feth, 48/10).
Her ne ve nasıl olursa olsun, verilen sözden ve yapılan ahidden nefse uyarak dönmek, ahde vefa etmeyip, sözde durmamak münâfıklık alâmetidir ve münâfığın sıfatıdır. Buhârî, Müslim gibi en sahih hadis kaynaklarında Efendimiz (s.a.s) "Münâfığın alâmeti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler; va'd edip (söz verdiğinde) hulf eder (döner) ve kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder" buyurmaktadır (Riyâzü's-Sâlihîn, 1, 197).