Fıkıh | Konular

Spor

Insanın tek başına veya toplu olarak yapılan beden
eğitimi yanında yarışma yönü de olan oyun ve
hareketlerdir.


Islâm dini, müslümanları spora çeşitli sebeplerle
teşvik etmiştir. Bu sebepler arasında; müslümanların
ibadetlerine ve diğer görevlerine kuvvetli bir istekle sarılmalarını
sağlamak, onlara daha güçlü olma yollarını göstermek,
beden sağlığını temin etmek, öte yandan
müslümanların Islam topraklarının savunmasına topyekûn
hazırlıklı bulunmalarını teşvik etmek vb.
sebepler sayılabilir. Bundan dolayı müslümanlar, Asr-ı
saadetten itibaren Hz. Peygamber (s.a.s)'in tavsiye ettiği sporlardan
atıcılık, binicilik, güreş vs. sporlarla meşgul
olmuşlardır. Islâm'ın sportif faaliyetlere nasıl
baktığı hakkında kısa bilgiler vermek uygun
olacaktır:


Atıcılık:


Müslümanların tarih boyunca en çok ilgi duyduğu spor
dallarından biridir. Bunun sebebini şu âyet-i kerimede bulmak
mümkündür:


"Onlara (düşmanlara karşı, gücünüz yettiği
kadar kuvvet hazırlayın" (el-Enfal, 8/60). Bu âyette
geçen "kuvvet" kelimesini Hz. Peygamber (s.a.s) atıcı
olarak tefsir etmiştir (Riyâzü's-Sâlihin Tercümesi, II, 563).
Rasûlüllah, atıcılığı, daha çocuk iken öğrenilip
ölünceye kadar bırakılmaması gereken bir maharet olarak
nitelendirmiş; insanın boş kaldıkça, canı
sıkıldıkça, dinlenme ihtiyacı duydukça, vaktini değerlendirmek
için sportif faaliyetlerle uğraşmasını uygun görmüştür.


Peygamberimiz bir gün atış yapmakta olan gruba
rastlayınca, ayakkabılarını çıkarıp
atış sahası içerisinde yalınayak yürüdüğü ve
onlara katıldığı bildirilmektedir (Ibrahim Canan, Hz.
Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980, s. 255). Yine o, atıcılık
eğitiminin yapılmasını devamlı teşvik
etmekle kalmamış, zaman zaman kendisi de atış
poligonuna, atıcıları teşvik ve seyretmeye
gitmiş, hatta atıcıları seyrederken onlardan bir
tarafı tuttuğu da olmuştur (Canan, a.g.e., s. 256). O
devrin atıcılık sporları arasında
"Dirkele" adında mızraklarla oynanan ve özellikle
siyâhiler arasında yaygın olan bir spor dalı da vardı
(M. Hamidullah, Islâm Peygamberi, çev: Salih Tuğ, Istanbul 1980,
II, 1142).


Ashab-ı Kiramda atıcılığa önem vermiş ve
her fırsatta ok atışları yapmışlardır.
Öyleki, çocuklara bile belli hedefler dikerek atış
yaptırdıkları görülmektedir. Bir defasında Hz. Enes,
atış yapan çocukların yanlarına gelmiş,
atışlarını isabetsiz bularak beğenmemiş, bir
çocuğun yayını elinden alarak birkaç ok atmış,
hiç biri de hedefinden şaşmamıştı.


Binicilik: Asr-ı saadette at yarışlarına özgü
belli bir hipodrom bulunmamakla birlikte; şehir halkı sık
sık tertiplenen at yarışlarına giderlerdi. Rasûlüllah
(s.a.s) devrinde iki çeşit at
yetiştirildığını biliyoruz. Bunlardan biri,
koşu için; diğeri başka amaçlarla beslenirdi. Bu arada
deve, eşek ve hatta insan yarışlarına da
rastlanmaktadır. Ticaret kervanlarının gelip
konakladıkları alan, bu tür yarışlar için kullanılıyordu.
Hz. Peygamber'in de buraya zaman zaman bizzat gelip kazananları
tesbit ve bunlara ödül dağıttığı bilinmektedir
(Hamidullah, a.g.e., II, 1141-1142).


Bir gün Rasûlüllah (s.a.s), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer ile
binicilikte yarıştılar. Bu yarışta Peygamberimiz
onları geçti. Hz. Ebu Bekir ikinci, Hz. Ömer de üçüncü oldu
(Ahmet Turan. Islâmiyette Spor ve Önemi, Ankara 1988, s. 13).


Güreş:


Asr-ı saadette güreş sporu da pek yaygındı. Rükâne
adında biri bu spor dalında ün yapmıştı. Hz.
Peygamber (s.a.s) bu pehlivan ile güreşmişti. Rükâne Islâm'ı
kabul etmek için Hz. Muhammed (s.a.s)'in bizzat kendisiyle güreşmesini
ve bu güreşte kendisini yenmesini şart koşmuştu, Hz.
Peygamber bu teklifi kabul etmiş, yapılan müsabakada, kendisine
son derece güvenen Rükâne'yi şaşırtacak derecede güreşmiş
ve onu üç kez mağlup etmiştir. Sonuçta Rükâne müslüman
olmuştu (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, III, 281).


Delikanlılık yaşındaki bazı sahabiler askeri
seferlere katılabilmeye güçleri yettiğini Hz. Peygamber'e
ispatlamak amacıyla onun huzurunda güreşe
tutuşurlardı. Çünkü yaşı küçük olanlar
şayet kendilerinden büyük olan diğer gençlere üstünlük sağlayabilirlerse,
gönüllü sıfatıyla bu savaşlara katılabilme
hakkını elde ediyorlardı (Hamidullah, a.g.e., II, 1142).


Koşu:


Diğer sportif faaliyetlerin yanında koşuya da önem
verilmiştir. Asr-ı saadette erkeklerin koşu
yarışı yaptıkları, sahabilerin Hz. Peygamber'in
huzurunda kendi aralarında yarış düzenledikleri ve Hz.
Ali'nin de çok hızlı koşan bir yarışçı
olduğu bildirilmektedir (Turan, a.g.e., s. 14-15).


O devrin kadınları genelde hiçbir sporla ilgilenmezlerdi.
Ancak Hz. Muhammed (s.a.s)'in Hz. Aişe ile müşterek
hayatlarında en az iki defa bizzat koşu şeklinde
yarışa tutuştuğu bilinmektedir. Bunların ilkinde
Hz. Aişe kazanmış, ancak birkaç sene sonra, herhalde
vücut ağırlığından olacak, yine
giriştikleri bir yarışta Rasûlüllah kazanmıştı
(Hamidullah, a.g.e., II, 1143).


Yüzme:


Hz. Peygamber, yüzmeyi çocukluğunda annesiyle gittiği
Medine'de öğrenmişti. Müslümanlara bu sporu tavsiye ederek,
bir babanın çocuğuna öğretmesi gerekenler arasında,
yazı yazmanın ve atıcılığın
yanında, yüzme de zikredilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.s)'ın
Mekke ve Medine gibi, yakınında deniz, göl ve akarsu bulunmayan
bir çevrede yüzme öğrenmeyi tavsiye etmesi dikkat çekicidir
(Canan, a.g.e., s. 258; Turan, a.g.e., s. 18-19).


Allah'ın anılmadığı her şey, iş ve
davranış, önemsiz bir oyun sayıldığı halde,
aynı özelliği taşıyan, atın terbiye edilmesi,
atıcılık sporu ile uğraşılması ve yüzmenin
öğrenilme ve öğretilmesi yararlı oyunlar arasında
kabul edilmiştir (Sünen-i Tirmizi Tercümesi, III, 190).


Öte yandan Mekkeliler "kürre" denilen bir tür ayak topu
oynarlardı ve büyük kalabalıklar halinde oynayanları
seyretmeye gelirlerdi. Mekke'nin her semtinde bu oyunu oynamak için
sahaların bulunduğu ve Rasûlüllah (s.a.s)'ın bu oyunu
yasaklamadığı haber verilmektedir (Hamidullah, a.g.e., II,
890). Yine nakledildiğine göre, Hz. Peygamber bir gün aralarında,
hangisinin daha kuvvetli olduğunu bulmak için büyük bir taşı
yerden kaldırmaya çalışan bir grup insanın
yanından geçmiş ve bu yarışlarında hiçbir
kötü taraf bulamamıştı (Hamidullah, a.g.e., II, 1142).


Günümüzdeki sporların tümü Hz. Peygamber devrinde yoktu.
Ancak dinimizin emir ve yasaklarına ters düşmeyen bütün spor
çeşitlerinin câiz olduğu açıktır. Bu cevâza boks
gibi karşılıklı zarar vermeye yönelik sporları
katmak mümkün değildir. Öte yandan dinimiz, seyirci olmaktan çok
bizzat spor yapmayı teşvik eder. Herkesin kendi kapasitesine göre
yapabileceği bir spor dalı vardır.


Dinimiz, bazı prensiplerin göz önüne alınması
durumunda sportif faaliyetlerle uğraşmanın bir
sakıncası olmadığı görüşündedir. Bu
şartları şöyle sıralayabiliriz: Sadece eğlenmek,
dinlenmek ve zevk için oynanacak; namazın geçmesi veya gecikmesine
sebep olmayacak; hiç bir menfaat beklenmeyecek; oyun sırasında
dinimizin yasakladığı şeyler konuşulmayacak;
tesettüre riayet edilecek; normal dinlenme ve eğlenme ölçülerini
aşarak vakit israfına varan iptilâ halini almayacak ve en
önemlisi oyunlar kumara âlet edilmeyecek (Hayreddin Karaman, Islamın
Işığında Günün Meseleleri, Istanbul 1982, II,
354-355).


Sportif faaliyetlerin kumara âlet edilmesi kesinlikle yasaktır. Günümüzde
yaygın olan Spor-Toto, Spor-Loto ve Ganyan gibi müesseselerin, halkı
kumara ve haksız kazanca götürmesi ve alıştırması
sebebiyle Islâma ters düştüğü açıktır. Bütün
sportif faaliyetlerin, bu tür haram yollara âlet edilmeksizin sadece
amatör bir ruhla yapılması en doğru olanıdır.


Konular