Karz
Borç, kredi, ödünç, altın, gümüş, nakit para ve mislî
olan şeyleri başkasına ödünç vermek anlamında bir
Islâm hukuku terimi. Çoğulu kurûzdur. Hanefîler dışında
diğer mezhepler selem akdi yapılan tüm malların karz
olarak verilebileceğini söylerler. Onlar böylece, bazı
kıyemî malları da tarife alarak kapsamı
genişletmişlerdir (el-Kasâni, Bedâyiu's-Sanayı', VII,
394; Ibn Kudâme, el-Muğnî, IV, 313; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, V,
366).
Kur'ân-ı Kerîm'de "Allah'a ödünç vermek"
şeklinde ifadesini bulan, fâizsiz ve karşılıksız
verilen ödünç para anlamına gelen "karz-ı hasen"i
de kapsamına alan altı kadar âyet vardır. Bunlardan birisi
şöyledir: "Allah'a karz-ı hasen olarak ödünç verecek
olan kimdir? Işte o, bunun karşılığını
kat kat arttıracaktır. Ona, bundan başka çok değerli
bir mükâfat da vardır " (el-Hadîd, 57/ 11, konu ile ilgili
âyetler; el-Mâide, 5/12; el-Bakara, 2/245; el-Hadîd, 57/18; et-Teğabun,
64/17; el-Müzemmil, 73/20).
Bu konuda Hz. Peygamber'in çeşitli hadisleri vardır.
"Bir müslüman diğer müslümana iki defa ödünç (para)
verirse, bir defa tasaddukta bulunmuş gibi olur"
(eş-Şevkânî, Neylü'l-Ivtâr, V, 229). Enes b. Mâlik'ten
şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Allah'ın elçisi
şöyle buyurdu: Mirac gecesi bana, cennet kapısında şöyle
bir yazı gösterildi. Sadaka için on katı, karz-ı hasen için
ise onsekizkatıecir vardır. Cebrâil'e, karzın niçin
sadakadan daha üstün olduğunu sorduğumda, su cevabı
verdi: Şüphesiz, dilenci (çoğu zaman) yanında varken
ister. Ödünç isteyen ise, ancak ihtiyaç sebebiyle ister" (Ibn
Mâce, Sadakât, 19; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, lV, 126).
Karzın rüknü icap ve kabuldür. Ödünç verenin teberrua ehil
olması gerekir. Baba, vasî ve mümeyyiz küçükler, temsil
ettikleri kimsenin malınıteberru edemedikleri gibi, ödünç
vermeye de ehil değildirler. Ödünç vermede, başlangıçta
bir ıvaz (karşılık) bulunmadığı için,
bir bakıma teberru niteliği vardır. Akdin tamamlanması
için, ödünç verilecek şeyin karşı tarafa teslim
edilmiş olması gerekir. Hanefîlere göre, yalnız mislî
olan yani ölçü, tartı veya standart olup sayı ile
alınıp satılan şeyler karz olarak verilebilir. Hayvan
veya gayrı menkul gibi kıyemî malları karz akdine
elverişli değildir. Bunlar ihtiyacı olana kira veya âriyet
yoluyla verilebilir. Çünkü kıyemî malların misli
bulunmadığı için benzerini geri vermek mümkün olmaz.
Meselâ; iki yaşlarında 700 bin liraya da, 1 milyon liraya da
sığır cinsi hayvan bulunabilir. Ödünç veren daha iyisini
almak isterken, ödünç alan daha ucuz olanını geri vermek
isteyebilir. Bu durum menfaat çekişmesine yol açar (el-Kâsânî,
a.g.e, VII, 394; Ibn Kudâme, el-Muğnî, IV, 314; Ibn Abidin,
Reddu'l-Muhtâr, IV, 179, 195).
Şafiî, Malıki ve Hanbelîlere göre, kendisinde selem akdi
yapılabilen her şeyin karz olarak verilmesi de mümkündür. Bu
mislî olabileceği gibi kıyemî mallardan da olabilir. Hayvan da
bunlar arasındadır. Ebû Râfi'den şöyle dediği rivâyet
edilmiştir: "Allah Rasûlü, bir adamdan iki yaşlarındaki
bir deveyi ödünç almıştı. Sonra ona bir takım zekât
develeri geldi. Bana, ödünç aldığı kimseye iki
yaşlarında bir deveyi vermemi emretti." Ben de dedim ki:
"Develer arasında altı yaşınıbitirmiş
daha güzel olanından başkasını
bulamıyorum." Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Onu ona
ver, şüphesiz sizin en hayırlınız, ödeme bakımından
en güzel olanınızdır" (Müslim, Müsâkât, 118; Ebu
Dâvud, Büyû', 110; Tirmizî, Büyu', 73). Hanefîler Ebû Râfi'
hadisini mensuh kabul ederler (Sahîh-i Müslim Tercemesi, Terc. A. Davudoğlu,
VIII, 96, 101).
Islâm hukukçularının çoğunluğuna göre, karz
akdinde va'de şartı geçerli değildir. Aksi halde nesîe
ribâsı söz konusu olur. Karz başlangıçta teberru niteliğindedir.
Ödünç veren için bedelini derhal isteme hakkıdoğar. Ancak
sure belirlenmiş olur ve ödünç veren buna riayet etmiş
bulunursa, ödünç alana kolaylık göstermiş ve iyi bir iş
yapmış olur. Satım ve kira akdi akitlerde ise
tarafların tesbit edecekleri va'deler bağlayıcı olur.
Imam Mâlik'e göre, karz akdi, va'de belirlenmekle va'deli olur. Delil
şu hadistir: "Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri
şartlara uyarlar" (Buhârî, Icâre, 14, 50). Çünkü taraflar
karz akdi ile, bunu devam ettirme veya ikâle yapma bakımından
tasarrufa mâlik olurlar. Bu arada va'deyi uzatma yetkisine sahiptirler (eş-Şîrâzî,
el-Mühezzeb, I, 303; Ibn Kudâme, a.g.e, IV, 315)
Hanefîlerin meşhur görüşüne göre, ödünç vermenin
menfaat celbeden bir tarzda olmaması gerekir. Ancak ödünç verenin
yararlanması, akit sırasında şart
koşmaksızın ve bu konuda örf de bulunmaksızın
olmuşsa bunda bir sakınca yoktur. Meselâ, ödünç alan kimse,
parayı geri verirken ilâve yapsa veya teşekkür olarak evini
tercihen ödünç para verene satsa, bunda bir sakınca bulunmaz. Câbir
b. Abdillâh'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Benim
Rasûlüllah (s.a.s) da bir hakkım (alacağım) vardı.
Bana bunu ziyade ederek ödedi" (Müslim, Müsâkât, 120; ea-şevkânî,
a.g.e, V, 231).
Aslında, menfaat celbeden karz yasağı ez-Zeylaî'nin
Nasbu'r-Râye'de tesbit ettiği gibi, herhangi bir hadise dayanmaz.
Bunu şart koşulan veya örf hâlini alan menfaatlarla ilgili
olarak düşünmek mümkündür (Zühaylî, el-Fıkhu'l-Islâmî
fi Uslûbihi'l Cedid, I, 504).
Ödünç verene hediye vermek şart koşulmuşsa bu mekruh
olur. Aksi halde bir sakıncası bulunmaz. Ancak dostlar
arasındaki mutat hediye ve ikramlar bundan müstesnadır.
Rehinden yararlanma da, rehin verenin izniyle mümkün ve caizdir (Ibn
Âbidin, Reddu'l-Muhtar, IV, 182; Hamdi Döndüren, Çağdaş
Ekonomik Problemlere Islâmî Yaklaşımlar, Istanbul 1988, s. 87,
94).
Islâm'da karz yoluyla kısa va'deli ve küçük kredileri temin
etmek mümkün olabilir. Bu, akrabalık, dostluk,
karşılıklı yardımlaşma,
karşılığını âhirette alma, ileride kendisi
de benzer ekonomik sıkıntıya düşerse destek
hazırlama gibi düşüncelerle yapılabilir. Kısa vadeli
ihtiyaçların esnaf, tüccar ve komşularla hısım
akraba arasında çözümlenmesi ve bundan bir yarar beklenmemesi en
güzel ve kalıcı bir çözümdür. Bu yolla fertler birbirine
yaklaşır, iyilik duyguları güçlenir, ayrıca taraflar
sürekli olarak karz-ı hasen sevâbına nâil olurlar. Islâm'da
uzun va'deli ve büyük krediler için kâr ortaklığı
esası getirilmiştir. Çünkü bir yarar olmaksızın
insanların birbirlerine yardımcı olmaları süreklilik
arzetmez. Özellikle kredinin miktarı büyüdükçe, bunu karz-ı
hasen ölçüleri içinde çözmek mümkün olmaz. Krediye ihtiyacı
olan iş adamı dürüst çalışır,
ortaklarını gerçek mal varlığına hissedar yapar
ve gerçek kârı paylaşmaya, ya da ortakların
anaparalarına eklemeye razı olursa, kredi problemine çözüm
yolu bulmak kolaylaşabilir.