Fıkıh | Konular

Moda

Modayı ikiye ayırarak anlatmamız ve bu konudaki hükmümüzü
ondan sonra vermemiz gerekir.Giyinme, kuşanma ve süslenme
biçimlerinin zamana ve bölgelere göre gösterdiği
değişiklikleri moda diye değerlendirirsek bunun; tabii
sınırlar içerisinde kalıp, israfa kaçılmayanı
ve Kur'ân ve Sünnetin çizdiği helâllık
sınırını aşmayanı, helâl olan türüdür.
Ne var ki, Islâm'da buna moda değil de "örf' adı verilir
ve her bölgenin cografi ve ekonomik şartlarına göre elbise
biçimi, süslenme yöntemleri, değişik örfleri olur. Folklor
dedikleri şey de bu cümleden sayılır ve bütün bunlar
tabiî hayat akışı içerisinde zaman zaman değişebilir.
Tekrar edersek modanın bu türlüsü ya da örf, Islâmî çerçeve
içerisinde kaldığı sürece, değişik biçimlerde
ortaya çıkabilir. Bu normaldır ve doğaldır.
Insanın yaratılışı yeknesaklıktan yorulur,
tekdüze hayat verimi azaltır, görevlerini yapma konusunda insana bıkkınlık
ve yorgunluk verir. Zaten bütün insanların ihtiyaç, arzu ve
zevkleri değişiktir. Hepsinin aynı kalıba girmesini
istemek, hepsine aynı büyüklükte ayakkabı giydirmek gibi
olur.


Yalnız bu bağlamda hiç unutulmaması gereken bir nokta
vardır. Müslümanlar kendi giyim biçimlerini kendileri tesbit
etmeli ve bu konuda da başkalarına benzemekten şiddetle kaçınmalıdırlar.
Peygamber Efendimiz bir hadîslerinde çok önemli sosyolojik ve
psikolojik bir noktayı kendi az ve öz (cevâmiu'1-kelîm) ifade
biçimiyle açıklamış ve "kalıplar birbirlerine
henzeyince kalpler de birbirine benzer" buyurmuştur. "Kim
hangi kavme benzerse o da onlardandır" (Ebû Dâvûd, libas 4;
Müsned N/50; Benzer bir hadîs için bk. Tirmizi,isti'zân 7.) hadisleri
de aynı sonucu verir. Öyleyse müslümanların kendilerine
özgü elbise biçimleri (biçimi değil) olmalı kendi
modalarını kendileri belirlemeli ve varlıklarını
ispat etmelidirler. Çünkü başkalarının
modalarını izlemenin çok tehlikeli iki sonucu vardır :


l. Günümüzde moda, eskiden olduğu gibi doğal bir seyir
takip etmemekte, belli çevrelerin ve belli güçlerin yönlendirmesine
göre gelişip şekillenmektedir. Bu çevreler ülke sınırlarını
aşan ve her bacağı bir ülkede bulunan , bir ahtapotu andırırlar.
Kendi ürettikleri malları ve modelleri satmak için, her gün yeni
bir moda üretirler. Işbirliği yaptıkları magazinleri
ve moda dergileri vardır. Bu yolla ürettikleri modelleri günün,
mevsimin, yılın modası olarak haber biçiminde sunarlar.
Toplum psikolojisi ile sürü sürü insanlar, farkına varmadan
bundan etkilenir ve bunları alır ve uygularlar.


Onlar çok çabuk ürettikleri ve ürettiklerini satmaları
gerektiği için, modayı çok sık aralıklarla
değiştirirler. Ikinci moda çıkıncaya kadar
aldığını yıpratamayanlar bu akıntıya
uyup yenisini alacaklarından, binler, yüzbinler, milyonlar... değerinde
ev eşyası, elbise, mobilya, hattâ araba çöpe atılır.
İslam'ın ve ekonominin en önemli yasaklarından olan
israfın a'lâsı yapılır.


Bu profesyonel moda çevreleri böylece sürü sürü insanların
paralarını almakla kalmaz, aldıkları bu paralarla
kurumlarına yenilerini eklerler. Doyumsuz duygularını
tatmin yolunda önlerine dikilen her engeli yıkmaya çalışırlar,
ticarî firmaları iflas ettirirler, piyasayı buhrana sürüklerler,
nice büyük kimselerin altından koltuğunu çekerler, hattâ
hükümetler yıkar ve hükümetler kurarlar. Bu arada da karşılarına
dikilen, bir düşünce biçimi ve inanç sistemi olursa, onu yıkmak
için de ellerinden geleni yaparlar. Inancını yaşamak
kadar, yaymak ve savunmakla da görevli olan insanların, bu
noktayı iyi değerlendirmeleri ve inancına silâh çekenlere
silâh yardımı yapmamaları gerekir. Para en büyük silâhtır.


2. Moda ile ilgili ikinci ve daha önemli nokta da, moda tutkusunun
psikolojik bir hastalık ve aşağılık kompleksi
anlamına gelmesi ve sonuçta da insanı, taklit ettiklerini her
konuda beğenme ve onlar gibi olma noktasına düşürmesidir.
Yeme biçimi, sofra düzeni, giyimi, ev dekorasyonu, görgü kuralları,
kısaca hayata bakışı ve hayatı
yorumlayışı hoşa giden birisi, hoşlananın gözünde
her bakımdan büyük olma yolundadır. Taklitçi, peşin
peşin kendisinin her bakımdan küçük; taklit ettiğinin de
her bakımdan büyük olduğunu kabullenmiş demektir.
Artık o farkına varmasa da, inançlarından her gün bir
parça kopuvermektedir. Birinci yolculuk inançsızlaşmaya kadar
sürer. Ondan sonra artık ikinci yolculuk başlamış ve
taklit ettiklerini inançlarıyla da kabullenmeye sıra
gelmiştir. Bu, onların doğru, kendisinin yanlış
olduğundan değil; onların güçlü, kendisinin zayıf
olduğundan, kendi inancının üstünlüğünü bilmediğinden
ve inancını tanımadığından inançlarını
yaşamadığı için, içinde boşluk
hissettiğinden ve bu boşluğu o yolla doldurma çabasından
ve biraz da, "dünyanın onların, Âhiretin ise inananların
olduğunu" (Hz. Ömer bir gün Rasûlullah'ın (s.a.s.)
yaşadığı sıkıntılı hayata
üzülmüş ve Kayser ve Kisrâların yaşadığı
müreffeh hayatı hatırlatmıştı da Rasûlüllah:
"Ey Hattaboğlu! Istemez misin Âhiret bizim, dünya onların
olsun" buyurmûşlardı. Müslim, talâk 5.) bilmediğinden,
ya da içine sindiremediğindendir.


Başkalarını taklid edenlere bakın hepsinin bilgi,
inanç ve şahsiyeti düşük insanlar olduklarını göreceksiniz.
Inanç taşıyan insanların ilk yapacakları şey,
inanç sistemlerinin gerçekten doğru olup
olmadığını öğrenmek, doğru olduğuna
karar vermeleri halinde de, aşağılık duymadan onu
canla başla savunmak.


Bizim bağımlı basınımız, magazinlerimiz,
radyomuz ve TV'miz aracılığıyla, Anadolumuzun, hattâ
tüm insanımızın zavallı genç kızları, bir
özenti seline kaptırılmakta ve tüm hayatları ve göznurları,
dünyaya ve âhirete de yaramayan süslenmelerle, püslenmelerle hebâ
olup gitmektedir.


Bu konuda kadını bir araç olarak kullanırlar. Çünkü
kadın, aklından çok duygularıyla hareket eden bir
insandır. Yaldızlanmaya çabuk kanar. Aklını ve
fikrini kullanmaktan çok, his ve arzularını kullanır. Bu yüzden
kültürlü olanları bile, fikrî eserlerden çok, romantik ve
görsel yayınları izlerler. Bütün kadınlar elbette böyle
değildir. Sağlam düşünenleri de pek çoktur. Hattâ bu
konularda onlardan daha zayıf olan erkekler de vardır. Ama
kadının genel yapısı budur.


Işte sözünü ettiğimiz çevreler, onun bu zaafından
yararlanırlar. Onu her türlü hayâ duygusundan, yani hem maddî,
hem de manevî elbiselerden soyarak sokaga atarlar. "Ne güzelsin,
hayat abidesisin" diyerek alkışlar ve ayartırlar. Böylece
o bir taraftan onların ürettiklerini durmadan satınalır,
tatmin olmayınca yenisini çıkarırlar, işte bu güzel,
bununla özledigim huzura kavuşacağım diye koşar ve bu
süreç akar gider, onlar kasalarını ve midelerini
şişirirler: Öbür yönden, onun her gün biraz daha açtıkları
vücudundan, teninden ve kadınlığından yararlanır
ve başka zevklerini tatmin ederler. Bunu yaparken de
kadının haklarını savunduklarını söyler,
buna karşı çıkanları kadın düşmanı
olarak suçlarlar. Gerçekte ise kendilerini kadını
insanlıktan çıkarmakla yetinmemişler, onu bir maskaraya,
et parçası haline, her sokak başında rahatlıkla
bulunabilen, defolu bir işporta malına çevirmişlerdir. Bu
işin uzmanı bir kadın sosyolog Doç. Dr. Ümit Meriç bu
konuda şunları söylüyor :


"Bu kısa zamandan başka bir şeye sahip olamayan
insanın yapacağı tek şey, bu zaman içinde kendisine
en yararlı gelen şeyleri toplamak ve kendisine en fazla zevk ve
eğlence veren şeylerden alabildiğine faydalanmaktır.
Bu, iki ayağı üzerinde gezen dünyalık ve akıllı
hayvan, bütün fitrî ve bedenî güdülerini sonuna kadar kullanmalıdır.
Arzularını doyurmak yolunda hürdür. Sosyal hayat da bu
özgürlüğe bir sınır koymamaktadır. Işte bu
sebepten, böyle bir toplumda cinsî güdüler vahşîleşir,
sınır tanımaz. Kadın da verdiği zevk
oranında değer taşır. Artık kadın ilâhî
bir emanet ve insanı oluşturan iki temel parçadan biri olmaktan
çıkmış ve yalnız bir "beden" haline
gelmiştir. Taşıdığı değer, bedeninin
değeri kadar olacaktır. Böyle bir toplumda kadının tüm
varlığı görülmekte ve alıcının gözü ile
değerlendirilmektedir. Kadın sadece deri, erkekse sadece göz'dür.


Insanın yalnızca beden, yüz de gözden ibaret olduğu
bir kültürde, giyimin şekli ne olacaktır2 Böyle bir insan
için elbise, vücûdu örtmekte değil,tersine teshir etmekte
kullanılan bir araçtır. Kadın için bir sığınak
değil, ikinci bir deridir.


Öte yandan batılı anlayış, dünyayı tüketime,
daha çok tüketime zorlamaktadır. Böyle bir mâneviyattan yoksun
sistem içinde kadına biçilen yol, tüketen ve tükettiren bir araç
olmaktır ve değeri de bu rolünün oynayabildiği
ölçüdedir.


Resim, müzik, sinema, tiyatro, gazete,dergi, posterler, kadını
sürekli pazara sürmektedir. Sermayesi aynı olan iki önemli
endüstri kolu daha vardır ki, bunlardan biri tekstil, giyim,
diğeri ise kozmetik endüstrisidir. Eğer kadın beden ve gözlerle
değerlendirilen bir varlık olmaktan çıkarsa, gerçek
hüviyetine kavuşturulursa, bu endüstri kollarının kaderi
ne olacaktır. Batılı veya
batılılaşmış bir kadın, yalnızca vücudunu
ortaya koyan elbiseler giymekle kalmamalı, aynı zamanda
elbiselerini de sürekli değiştirmeli ki, dokuma ve kumaş
endüstrileri yaşasın".(Ümit Meriç ve ark.: Islâm'da Kılık
Kıyafet ve Örtünme ISAV s. 33.)


Konular