Vakfin ortaya çikisi
Vakıf müessesesinin tarihi çok eskilere dayanır. Islâm'dan
önce Arabistan'da bilinen en eski vakıf Mekke'deki Kâbe'dir. Kâbe,
yeryüzünde ilk mabed olarak kabul edilir ve yapının temelleri
Hz. Âdem'e kadar dayandırılır. Bu günkü Kâbe
şeklinin Ibrahim Peygamber ve oğlu Ismail tarafından
inşa edildiği Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilir (el-Bakara,
2/125; Ali Imran, 3/96-97; el-Maide, 5/97; el-Hac, 22/26).
Islâm'da vakıf Kur'ân, Sünnet ve Icmâ' (Islâm bilginlerinin
görüş birliği) delillerine dayanır. Kur'ân'da doğrudan
vakıfla ilgili görülen âyet şudur: "Sevdiğiniz
şeylerden Allah için harcamadıkça tam hayra erişemezsiniz"
(Alû Imran, 3/92). Ashab-ı Kiram'dan Ebu Talha (ö. 34/654) bu âyet
inince; "Rabbımız bizden mallarımızı kendi
yolunda harcamamızı istiyor. Ey Allah'ın elçisi, en sevdiğim
"Beyruhâ" arazimi Allah için tasadduk etmek istiyorum"
dedi. Hz. Muhammed'in, araziyi en yakın hısımlarına
vermesini tavsiye etmesi üzerine de, onu amcasının
oğulları ve diğer bazı hısımları
arasında taksim etti (Buharî, Zekat, 44). Tefsir bilginlerinin çoğu
ve hadisçiler bu âyeti vakıfla açıklamışlardır
(Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut, t.s, IV, 132-134;
el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'ân, 1335, II, 18).
Hz. Muhammed'in şöyle dediği nakledilmiştir:
"Ademoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç
kimse bundan müstesnadır. Devamlı sadaka (sadaka-i câriye)
meydana getirenler, topluma yararlı bir ilim (eser) bırakanlar
ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk bırakanlar"
(Müslim, Vasıyye, 14; Ebû Davud, Vesâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm,
36). Hadiste geçen "sadaka-i câriye" nin vakfı da
kapsamına aldığında şüphe yoktur. Hz. Âişe'den
(ö. 57/676) nakledildiğine göre, Allah'ın elçisi Medine'deki
yedi parça mülkünü vakfetmiştir. Bu mülkler: A'vaf, Şâfiye,
Delâl, Müseyyeb, Bürka, Hismâ ve Meşrebe'dir.
Nadıroğuları'ndan Muhayrîk isimli bir şahıs
şöyle bir vasiyette bulunmuştu: "Ben ölünce, tüm mallarım
Allah elçisine ait olsun, O dilediği yere sarfetsin." Muhayrîk'in
Hicret'in 2.nci yılında ölmesi üzerine tüm malları, Hz.
Muhammed'e kalmış, o da bu malları, bir görüşe göre
Abdulmuttalib ve Hâşimoğulları'na, başka bir rivayete
göre, ise, İslam'ın ve Müslümanların acil ihtiyaçlarına
vakfetmiştir. Islâm'da ilk vakfın bu olduğu kabul edilir
(Müslim, Fezâilü's-Sahâbe, 196; A. b. Hanbel, Müsned I, 45).
Hz. Ömer (ö. 23/643) çok sevdiği bir araziyi vakfedişini
şöyle anlatır: "Allah'ın elçisine; Hayber topraklarının
taksimi sonucu, ömrümde sahip olmadığım güzel ve değerli
bir arazı bana isabet etti, bu konuda ne buyuruyorsunuz? dedim. Hz
Peygamberde: Istersen malın mülkiyetini elinde tut, semere ve
gelirini ise yoksullara tasadduk et" buyurdu. Hz. Ömer, arazısini;
satılmamak, bağışlanmamak ve mirasla da geçmemek
üzere, yoksullara, yakın hısımlara, miskinlere, yolda
kalmışlara, Allah yolunda savaşanlara ve azatlık
anlaşması yapan kölelere vakfetti. Mütevellının de
bundan örfe göre yiyebileceğini şart koştu. Bu konuda bir
vakıfnâme düzenleyerek kızı Hafsa'ya (ö. 41/244), sonra
da nesline teslim ve vasiyet etti. (Buharî, Vesâyâ, 22, 28, Eymân, 33;
Müslim, Vasiyye, 15, 16).
Ashâb-ı kiramın pek çoğu mallarım
vakfetmişlerdir. Hâlid bin Velid'in (ö. 21/641) zırhını
ve savaş atlarını vakfetmesi (Buharî, Cihad 89, Zekat, 49;
Müslim,Zekat, 11; Ebu Dâvud, Zekât, 22), Hz. Ali'nin (ö. 40/660)
Yenbu'daki bir arazısini ve çeşmesini vakfetmesi (Beyhâkî,
Sünen, IV,160,161; Kübeysî, a.g.e., I, 101) ve Hz. Osman'ın (ö.
35/655) susuzluk çekildiği bir sırada, Medineli bir Yahudi'den
Rume kuyusunu satın alıp, suyunu ebedi olarak topluma
bağışlaması bunlar arasında sayılabilir (Müslim,
Şirb, 1; Tirmizî, Menâkıb, 18). Câbir bin Abdillah'tan şöyle
dediği nakledilmişir: "Ben Mekkeli ve Medineli Müslümanlardan
mal ve mülk sahibi olup da, vakıf yapmamış bir kimse
bilmiyorum" (Ibn Kudame, el-Muğnî, Mısır, 1970, IV,
4).