Fıkıh | Konular

Vakif yerlerin kiraya verilmesi

Vakıf yerlerin kiraya verilmesiyle ilgili hükümler vakıfnamelerinde
varsa, mümkün oldukça buna göre amel olunur. Meselâ; vakıfnamesinde
şu kadar süreyle kiraya verilmesi şart koşulan bir
vakıf akarı, o süreden eksik veya fazla kiraya vermek caiz
olmaz. Ancak bu kadar süre kiraya vermek vakıf için zararlı
olacaksa bu durum müstesnadır.


Bir vakfın mütevellisi mevcut iken, onun akarım hâkim
kiraya veremez. Çünkü mütevellının özel velâyet, hâkimin
ise genel velâyet yetkisi vardır. Özel vekâlet genel vekâletten
daha üstündür.


Vakıf yerler rayıç bedel ile kiraya verilirler. Bu yüzden
mütevelli. Vakıf bir yeri rayıç bedelden fazlaya veya rayıç
bedelle kiraya vermişse bu kira akdi sahih olur. Rayıç bedelden
eksik bir ücretle kiraya; verirse bakılır. Eğer bu az bir
noksan ise kira yine sahih olur, fakat fahiş bir noksan ise sahih
olmaz. Kira konusunda rayıç bedelin beşte birinden az olan
eksikliğe az (yesir) eksiklik, beşte biri aşan
eksikliğe ise fahiş eksiklik denir. Meselâ; emsali iki milyon
liraya kiralanabilen vakıf bir dükkân bir milyon liraya kiraya
verildiği zaman yüzde elli eksik bedelle kiraya verilmiş olur.
Böyle bir kira sözleşmesi geçerli olmaz. Kiracıdan bu
eksiği tamamlaması istenir. Kiracı bunu tamamlamaktan kaçınırsa
mütevelli, kirayı fesih ile o akarı ecr-i misliyle
başkasına kiraya verir. Kiracı o akarı bu fesihten
önce bir süre kullanmış ise kendisinden bu süre için ecr-i
misil alınır. Bazı fakihler bu durumda kiracıya gasp hükümlerinin
uygulanması gerektiğini söylemişlerdir.


Diğer yandan rayıç bedelle kiralanan vakıf akara,
başkası rayıcin üstünde bir bedel teklif etse buna itiraz
edilmez. Çünkü bu ilk kiracıyı zarara sokma,
yıkıcı rekabet yapma niteliği taşır.


Vakıf için kiralanacak şey de rayıç bedel ile kiralanır.
Eğer az bir fazlalıkla kiralanmışsa akit geçerli
olur, fahiş bir fazlalıkla kiralanmışsa, kira akdi geçerli
olmaz. Beşte birin altında olan fazlalık "az
ziyade", beşte bir veya daha fazla olan ziyade ise
"fahiş fazlalık" sayılır. Meselâ; bir
mütevelli vakıf için rayıç kira bedeli bir milyon lira olan
bir daireyi, bir buçuk milyon liraya kiralamış olsa, fahiş
fazlalık söz konusu olduğu için kira akdi sahih olmaz.


Bir vakıf akar belli bir süre için rayıç bedelle kiraya
verildikten sonra, insanların rağbeti yüzünden emsal kiralar
fahiş ziyade ölçüsünde artsa geri kalan süre için kiracının
bu artan rayıç bedeli tamamlaması gerekir. Bunu tamamlamaya
razı olmazsa mütevelli kirayı fesih ile o akarı
başkasına rayıç bedelle kiraya verir. Çünkü vakfı
zarardan korumak gerekir. Fetva bununla verilmiştir. Fakat başka
bir görüşe göre emsal kira bedelının artmasından
dolayı mütevelli kira akdini bozamaz. Çünkü rayıç bedel
ancak kira akdi sırasında dikkate alınır. Bununla
birlikte mütevelli kirayı feshetmeyip de kira süresi son bulursa
kiracıdan bir fark talep edemez, yalnız daha önce konuşulan
kira bedelini vermekle yükümlü olur. Kira akdi devam ederken rayıç
bedelin yükselmesi halinde "fahiş ziyade" den kastedilen,
akit sırasında belirlenen bedelin yarısı kadar olan
ziyadedir. Meselâ; aylık bir milyon kira ile iki yıl süreyle
kiraya verilen vakıf bir akarın rayıç bedeli altı ay
sonra iki milyon liraya yükselse, yüzde yüz bir artış
olduğu için "fahiş bir ziyade" söz konusudur.


Bir kimse mütevellisi bulunduğu bir vakfın akarını
rayıç bedeliyle de olsa kendisi için bizzat kiralayamaz. Çünkü
bir kimse kira akdinin iki tarafını birden temsil edemez. Ancak
hâkime başvurarak böyle bir akarı onun izniyle rayıç
bedel üzerinden kira ile tutabilir, bu sahih olur.


Mütevelli vakıf akarı, lehine şahitlikleri kabul
edilmeyen hısımlarına, meselâ; çocuklarına veya
eşine kiraya veremez. Böyle bir kira akdi rayiç bedelle de olsa
sahih olmaz. Çünkü bunda töhmet vardır. Bu, Ebû Hanîfe'ye
göredir. Fetvâ da bununla verilmiştir. Ebû Yûsuf ve Imam
Muhammed'e göre ise bu kira akdi câizdir. Diğer yandan bu gibi
hısımlara rayıç bedelden fazla ile kiraya vermek Ebû
Hanîfe'ye göre de câizdir (bk. Bilmen, a.g.e., V, 23 vd).


Vakıf arazıler başka bir açıdan sahih ve
gayrı sahih olmak üzere ikiye ayrılmıştır:


1- Sahih Vakıf: Önce mülk arazıden iken Islâmî
hükümlere uygun olarak vakfedilen arazıdır. Bu çeşit
vakfın kuru mülkiyeti ve diğer bütün tasarruf hakları
vakfedenin koyduğu şartlara göre kullanılır.


2- Gayrı Sahih Vakıf: Önce mîrî arazıden (kuru mülkiyeti
devlete, yararlanma hakkı kişilere ait olan arazı türü)
iken ifraz suretiyle bizzat Islâm devlet başkanı veya yetkili
kişiler tarafından bir hayır yönüne vakfedilmiş
arazıdır. Bunlara "irsad ve tahsisat kabılinden
vakıf" adı da verilir. Kısaca Islâm devletine ait
olan bir mülkün kuru mülkiyeti yine devlette kalmak üzere yararlanma
hakkının devlet başkanı veya yetkili
kıldığı başka bir zat tarafından bir kimseye
veya bir cihete tahsis edilmesiyle irşad kabılinden vakıf
ortaya çıkar.


Irşad vakıflar da sahih ve gayrı sahih olmak üzere
ikiye ayrılır. Sahih irşad; Islâm devletine ait bir
mülkün devlet başkanı veya yetki verdiği kimse
tarafından, beytülmalden istifadeye hakkı olan kimselere
tayın ve tahsis edilmiş olmasıdır. Camilere,
medreselere ve benzeri Müslümanların maslahatına tahsis
edilmesi gibi. Sahih olmayan irşad ise; yine Islâm devletine ait
olan bir mülkün devlet başkanı veya yetki verdiği kimse
tarafından beytülmalden hakkı olmayan bir kimseye tahsis
edilmesidir. Hazıneye ait topraklardan bir bölümünün vergisini
haklı bir nedene dayanmaksızın şuna buna vakıf ve
tahsis etmek gibi. Böyle bir vakıf ve tahsisin iptal edilmesi
caizdir.


Sonuç olarak beytülmale ait toprakların vakfedilmesiyle ortaya
çıkan gayrı sahih vakıflar da üç kısma
ayrılmıştır.


1- Rakabesi (kuru mülkiyeti) de tasarruf hakları da beytülmale
ait olup yalnız âşâr ve rusûmu bir hayır cihetine
vakıf ve tahsis edilmiş olan arazıdır. Böyle bir arazının
âşâr vergisi, ferağ ve intikal harcı ve mahlûlat bedeli
vakfa ait ise de tasarruf hakları yine devlete aittir. Bu çeşit
vakıf arazı üzerinde ferâiz hükümleri değil Islâm
devletinin çıkaracağı arazı kanunları
uygulanır. Yani bu vakıfta kişilere sağlanan
hakların mirasçılara geçip geçmeyeceği veya hangi
ölçülere göre intikalının yapılacağı
arazı kanunlarıyla belirlenir.


2- Âşâr vergisi beytülmâle ait olup, yalnız tasarruf
hakları, meselâ; bir medresenin hocasına, bir camiinin
imanına veya savaşta büyük yararlılık gösteren bir
gazıye vakıf ve tahsis edilmiş arazıdır.


3- Hem tasarruf hakları ve hem de âşâr ve rusûmu cami ve
medrese gibi bir hayır cihetine vakıf ve tahsis edilmiş
arazıdır (Döndüren, a.g.e., 568).


Bu son iki çeşit vakıf arazide ferağ ve intikal gibi
arazı hükümleri uygulanmaz. Bunların tasarrufu vakıfnâmelerindeki
şartlara göre olur.


Bir kimse beytülmale ait olan bir araziyi satın alsa bu
satım akdinin geçerli olduğuna hamledilerek o arazıye
malık olur. Bu yüzden böyle bir araziyi vakfetmesi de sahih olur.
Bu konuda vakıf şartlarına uyulur.


Devlete ait arazı ve arsaların devlet başkanı veya
başka yetkililer tarafından vakfedilmesi halinde vakıfnâmeye
uyulmasını gerekip gerekmediği
tartışmalıdır. Bu konu Ibn Âbidîn'de (ö.1252/1836)
şöyle açıklanmıştır:


Ebussuud Efendi (ö. 982/1574) şöyle demiştir: "Hükümdar
ve ümerânın vakıf şartlarına uymak gerekmez.
Çünkü bu vakıflar beytülmalden ve ya beytülmale kalacak
mallardandır. Bunların şartlarına riayet edilmeyince
vakıfnamede olmayan fakat beytülmalın sarfedileceği
yerlerden olmak üzere vazîfe (şahıslara hizmetleri
karşılığında, vakfın gelirinden verilen
ücret) veya müretteb (şahıslara ilmi, salâhı veya
yoksulluklarından dolayı bir hizmet
karşılığı olmayarak vakfın gelirinden
verilen şeydir ki buna örfte "zevâid" denir) ihdas
edilmesi caizdir". Burada Ebussuud Efendinin hükümdarlara ait vakıfların
durumlarını belirttiği görülür.


es-Serahsî'nin (ö. 490/1097) el-Mebsût isimli eserinden naklen
şöyle denilir: Vakıf cihetlerinin çoğu köyler ve
tarlalar olduğu takdirde hükümdarın vakfın
şartına muhâlefet etmesi caizdir. Çünkü bu yerlerin aslı
beytülmala aittir. Yani bu yerler beytülmale ait olup vakfedenin buna
malık olduğu bilinmediği takdirde bu, gerçekten vakıf
olmayıp irşad (tahsisat kabılinden) olarak caizdir. Nitekim
hükümdar beytülmale ait arazıden bir parçayı beytülmalde
hak sahibi olanların haklarını elde etmeye
yardımcı olmak üzere meselâ; alimler ve talebelere vakfetse
tahsisat kabılinden olarak caiz olur. Buna "irşad
vakfı" denir. Bu yüzden Mısır Sultanı Berkûk
(?-1398) vakıfların beytülmalden alınmış
olduğunu ileri sürerek vakıfları bozmak istemiş ve
bunun için bir toplantı yapmıştır. Bu toplantıda
Siracüddîn Bülkînî, Burhan b. Cemâa ve Hidaye'yi şerh eden
Ekmelüddîn hazır bulunmuştur.


Bülkînî; "Âlimlere ve talebelere yapılan vakıflar
kesinlikle bozulamaz. Çünkü onların beytülmale ayrılan
beşte birde bundan daha çok hakları vardır"
demiştir (bk. el-Enfâl, 8/41). Orada bulunanlar bu görüşü
benimsemiştir. Nitekim bunu es-Süyûtî (ö. 911/1505)
"En-Naklü'l-Mestûr tî Cevazı Kabzı Malûmi'l-Vezâif
Bilâ Huzûr" isimli eserinde zikretmiştir. Bu görüş Mültekâ
şerhinde de yer almıştır. Bundan açıkça anlaşılmaktadır
ki, sultanların beytülmalden yaptıkları vakıflar, gerçek
vakıf olmayıp irşad yani tahsisat niteliğinde bir muâmeledir.
Beytülmalden yapılan vakıflar beytülmalın
sarfedileceği yerlerden olan bir cihete yapılmış ise
bozulmaz. Fakat sultan kendi çocuklarına, azatlılarına
vakfetmiş ise bozulur. Sultanların yaptıkları
vakıflar irşad olunca vakfın şartlarına riayet
edilmesi de gerekmez. Çünkü bu vakıflar sahih bir vakıf
değildir. Vakfın sahih olması için vakfedilen malın
vakfedenin mülkü olması şarttır. Sultan, beytülmalden
bir yeri satın almadıkça ona mâlik olamaz. Buna Ekmelüddin
muvafakat etmiştir. Bu Ebussuud'tan ve el-Mebsût'tan nakledilene de
uygundur (Ibn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, Terc. A. Davudoğlu, Istanbul
1983, VIII, 466, 467; ez-Zuhaylî, a.g.e., VIII, 167).


Konular