Fıkıh | Konular

Inanç temelleri

Allah'a Iman


Insanlarla hayvanlar arasındaki en önemli fark akıldır.
Bunun dışında hemen her konuda eşittirler. Öyleyse
insan, aklıyla, önce aklın niçin verildiğini, sonra da
kendisinin ve dünyanın niçin ve nasıl varolduğunu düşünmek
zorundadır. Çünkü aklın görevi düşünmektir. Ona
görevini yaptırmamak, onu yararsız hale getirmek demektir.


Aklın dış etkilerden
arındırılmış olarak çalıştırılması
halinde hiçbir şeyin kendiliğinden var olamayacağı,
her sanatın bir sanatçısı olduğu gibi,
sırlarının henüz yüzde onuna dahi akıl erdirilemeyen
insan vücudunun ve onun gibi milyonlarca varlığın da bir
ustası bulunduğu rahatlıkta anlaşılır. Bu yüzden
birçok Islâm âlimi, kendisine hiçbir şey öğretilmeyen
insanın, aklıyla en azından Allah'ın
varlığını bulmak zorunda olduğunu söylemişlerdir.


Allah'ın varlığı gibi, birliği, öncesinin ve
sonunun bulunmadığı ve her şeye gücünün yettiği
de yine akılla bulunabilir: Bu konuda Islâm Âlimleri iki kere
ikinin dört ettiği gibi kesin hesaplar yapmışlar ve
peşin fikirli olmayan her akıllıyi ikna etmişlerdir.
Ancak müslümanların hepsi, bu konuda ikna oluncaya kadar akıl
yormak ve bunu isbat edenlerin isbatıyla yetinmemek
zorondadırlar. Çünkü inanç meselelerinde taklit caiz değildir.


Allah'ın, kendinden başka kimsede bulunmayan bir takım
nitelikleri vardır: O, önü ve sonu olmayan bir varlıga
sahiptir. Yani O'nun ne geçmişte olmadığı bir zaman
vardı, ne de gelecekte olmayacağı bir zaman
bulunacaktır. Varlığı da bir başka şeyden
değil kendindendir. (Kidem, Bekâ, Vücut, Kiyâm binefsihi). Allah
hem zatında yani varlığında, hem
sıfatlarında, hem de işlerinde tektir (Vahdaniyyet). Yani
O, tek başınadır. Onun sıfatları başka
kimsede yoktur ve O işlerini tek başına yapar. Allah'tan
başka herşey sonradan yaratılmıştır ve O,
sonradan yaratılanların hiçbirisine benzemez. (Muhalefetün lil
havadis). Bu yüzden Allah'ı herhangi bir varlığa ya da
cisme benzeten, O'na olduğu gibi inanmamış
olacağından kâfir olur. Bu saydığımız
altı niteliğe Allah'a özgü nitelikler yani, "sıfat-i
zâtiyye" denir.


Allah'ın daha başka nitelikleri de vardır: Mesela Allah
diridir, hiç uyumaz (hayat), olmuş ve olacak her şeyi bilir
(ilim), her şeyi bilir, çünkü her şeyi ezelde, yani kendinden
başka varlıkların hiçbiri yokken O, takdir etmiş
yani, planlamış, programlamış ve aynen çalar saat
gibi kurmuştur. Herşey O'nun bilgisiyle ve planına göre
gerçekleşir. O herşeyi duyar (semî'), herşeyi görür(başar),
herşey O'nun dilemesiyle olur,(irade), O'nun herşeye gücü
yeter (kudret), O konuşur ama konuşması bizim
konuşmamıza benzemez. Bazı peygamberlerle doğrudan
doğruya konuştugu gibi, indirdiği kitaplar da O'nun
konuşması türündendir (kelâm). Herşey O'nun yoktan
yaratmasıyla olur ve O her an yeni bir durum yaratmaktadır
(tekvin). Her yaptığının bir hikmeti vardır yani,
her yaptığı yerli yerindedir.


Allah'ın daha bir dizi güzel ve mükemmel niteliği, ya da
ismi vardır. Bunlara "güzel isimler" anlamında
"Esma-i Hüsnâ" denir. O'ndaki bütün güzellikler ve
mükemmellikler eksiksizdir ve tastamamdır. Yani güzel olan herhangi
birşeyin, meselâ cömertliğin O'nda olanından daha fazla
ve daha iyisi düşünülemez. Eksikliklerin ve çirkinliklerin ise
hiç biri O'nda yoktur.


Allah'ın nitelikleri yani sıfatları diğer bir yönden;güzellik
ve umut akla getiren nitelikler, korku ve heybet akla getiren nitelikler
diye de ikiye ayrılabilir (cemâl ve celâl sıfatları).
Yani Allah'ın korkup titrenecek sıfatları olduğu gibi,
umutla dolunacak sıfatları da vardır ve bu yönü öbür
yönüne galiptir. O, "rahmetinin gazabına galip
geldiğini" bildirmiştir.


Allah'a inananlar Cennette Allah'ı göreceklerdir. Allah'ı görmenin
tadı ve lezzeti, Cennetin bütün nimetlerinden daha tatlı
olacak ve bu, en büyük nimet sayılacaktır.


Allah yaptıklarından kimseye karşı sorumlu
değildir. Insanlar ise yaptıklarından O'na karşı
sorumludurlar. O, hiçbir şeyi yapmak zorunda değildir.


Allah'ın her emrettiği şey güzeldir ve her yasakladığı
şey de çirkindir. Insan aklı bunların
bazılarının güzellik ya da çirkinliğini anlayabilir,
bazılarını anlayamaz. Ancak O emredince, aslında güzel
olduğunu anlarız.


Allah'ın acıma duygusu yani, rahmeti ve merhameti bütün
canlılarınkinin toplamından da fazladır. Bu yüzden
dünyada inanan ve inanmayan herkesi rızıklandırır.
Ama öbür dünyada nimetlerin, yani Cennetin sadece inananlara verileceğini
söylemiştir. Bu yüzden Cehenneme girecek olanlar Allah'ın
acımadığından değil, kendi kendilerine
acımadıklarından gireceklerdir. Eğer Allah onlara
acımamış olsaydı, Cennete gitmenin yolunu hiç
göstermeden onları ateşe atardı.


Meleklere Iman


Allah'ın insan denen bizim gibi kulları yanında, melek
denen ve bizim göremediğimiz bir takım kulları daha
vardır. Onlarda erkeklik ya da dişilik yoktur. Tek işleri
Allah'a kulluk etmek yani, O'nun her emrini yerine getirmektir. Onlarda
Allah'ın emirlerini tanımama yani, isyan gücü yoktur. Onların
kendilerine göre bir zaman ve mekân dünyaları vardır. Bizim
zaman ve mekânımız onlar için geçerli değildir. Yani
bizim bir an dediğimiz bir zamanda onlar dünyamızı belki
birkaç kez dolanabilirler. Yemezler ve içmezler. Yani ihtiyaçları
bizimkiler gibi değildir.


Azrail, Mikâil, Cebrail ve Israfil gibi büyük meleklerin yanında,
çok basit gördüğümüz işler için, meselâ bir kar, ya da yağmur
damlasını buluttan alıp yere indirmekle görevli ve o
görevini yapınca işi biten melekler de vardır. Cinsel
ilişki ve tuvaleti dışında, devamlı insanla
bulunan "koruma melekleri" vardır. Bunlar, insanın
yaptığı iyilikleri ve kötülükleri yazmakla
görevlidirler. Kabirde insanın kabir imtihanını yapmakla,
Cehennem'de ve Cennet'te oralara lâyık işleri görmekle
görevli melekler vardır ve Allah'a sırf belli tesbih ve
zikirleri yapmakla görevli melekler vardır.


Melekler şekil bakımından da bize benzemezler. Gerçi
onların kanatları vardır ama kanatları bizim
tanıdığımız kanatlıların
kanatlarına benzemez. Bu yüzden onları kartal, doğan vb.
gibi düşünüp onlara benzer kurgu resimlerini yapmak câiz değildir.
Çünkü bu onları olduklarından başka türlü göstermek
ve gerçeği saptırmak demektir.


Allah'ın her şeye gücü yettikten sonra melekleri niçin
yaratmıştır gibi bir soru akla gelebilir: Ancak
yukarıda öğrendiğimiz sıfatlarla nitelenen Allah'a
karşı, yine onun bir yaratığı olan insanın,
bir defa böyle bir soru sorma yetkisi yoktur. Eğer bu durumda bir
insan düşünseydik onun bu soruya vereceği cevap, herhalde tek
kelime ile: "Sana ne! Küstah!" olurdu. Ama Allah bizi azarlamıyor
ve biz aklımızı kullanarak bunun bir sürü hikmetinden bazılarını
anlıyor, ya da tahmin edebiliyoruz:


Her şeyden önce Allah Hakîm'dir yani, her yaptığı
yerli yerindedir ve bir hikmete göredir. Sonra Allah (c.c.) böyle, akıllara
durgunluk verecek bir âlem yaratmakla kendisinin nelere güç
yetirebileceğini bize göstermiş ve kendini bize tanıtmak
istemiş olabilir. Melekler arasında, en büyükten en küçüge
doğru son derece düzenli ve intizamlı bir sistemi bize göstermekle
bize kendi işlerimizde örnek ve kopya vermiş olabilir.
Isteseydi bizi de onlar gibi aralıksız ibâdet ve itaatla
görevlendirilebileceğini, bu yüzden durumumuzu nimet bilmemiz ve
bizim, onlarınkine göre çok az olan görevlerimizi yerine
getirmemiz gereğini hatırlatmış olabilir.


Melekleri niçin göremiyoruz? diye de sorulabilir. Bu soruya da
muzipçe: Göremediğin sadece melekler mi? Görebildiklerin,
göremediklerinin kaçta kaçı olabilir? Göremediğin
herşeyi yok saymak; kısa düşüncelilik ve geri kafalılık
olmaz mı? diye cevap verilebilir. Ama biz bunun da bilimsel açıklamasını
yapmaya çalışalım:


Bir defa varlık âlemi sadece dünyadan ibaret değildir ve
her âlemin kendine göre şartları ve kanunları
vardır. Meselâ aydaki yerçekimi dünyadaki yerçekimi gibi değildir.
Eğer varsa, bir başka dünyadaki canlıların
yaşama şartları da bu dünyadaki yaşama
şartları gibi değildir. Melekler de bir başka âlemin
varlıklarıdırlar ve bu dünya şartlarına göre
ayarlanmış gözlerle görülemezler. Tıpkı televizyon
dalgalarının radyo alıcısıyla
algılanamadığı gibi. Sonra gözün, kendi dünyasında
da bir görme kapasitesi vardır. Meselâ göz,
ışığın belli dereceden az ve belli dereceden çok
olması halinde göremez. Yani kapkaranlık bir odada
önümüzdeki masayı göremediğimiz gibi, Güneşin
kendisine ve meselâ kaynak ışığına
karşı da bakamayız, göremeyiz. Kulaklarımızın
ve diğer duyularımızın gücü de aynıdır. Dünyada
iken Allah'ı göremememizin sebebi de budur. Yani Allah'ı uzakta
ve görülmeyen bir yerde olduğu için değil, aksine bizim gözlerimizin
gücünü aşan bir açıklıkta ve parıltıda
olduğu için göremiyoruz. Çünkü O'nun bir adı da Nûr'dur.
Cennette ise inananlara oranın şartlarına göre göz
verilecek ve Allah'ı, o şartlar altında göreceklerdir.
Nitekim Hz. Musa Allah'ı görmek istemiş ve değil Allah'a,
Allah'ın belirdigi dağa bakmakla bile cereyana
kapılmış gibi baygın yere serilmiştir. (Bu olay için
bk. A'raf (143. âyet ve tefsirleri.) Yine bu yüzden Allah(c.c.) elçisi
Muhammed'e görünmek istediğinde onu Mi'raca yükseltmiş,
Cennete koymuş ve o, Allah'ı oranın şartlarıyla görebilmiştir.
Ve yine bu yüzden Mi'raç yolculugunda ona refakat eden Cebrail belli bir
noktadan öte geçemeyeceğini, geçerse yanacağın söylemiştir.
Melekler bu nitelikte, Allah gibi olmamakla beraber, bizim onları göremeyişimizin
sebebi de aynıdır.


Sonra biz eşyayı beş duyumuzla algılıyoruz.
Bir altıncıduyumuz daha olsaydı algılayacak daha bir sürü
şey bulmaz mıydık? Bulmazdık demek, elini denize sokup
dibini bulamayan adamın, bu denizin dibi yoktur, demesi gibi gülünç
olmaz m? Meselâ anadan doğma kör olan bir insan, rengi hangi yolla
algılayabilecektir? Onun renk diye birşey yoktur demesinin ne
anlamı varsa, melek diye birşey yoktur demenin de o kadar
anlamı vardır. Üstelik hayatında hiç yalan söylemeyen
bir insan, bize meleklerin var olduğunu söylemiş, onları görmüş
ve konuşmuştur. Kaldı ki, meleklerin
bulunmadığına da aklî delil yoktur. Bütün dinler
meleklerin var olduğunu söylemiştir. Herbirimizin en
azından birkaç defa görmüş olduğumuz gerçek rüyalar
bile, bizim algılayabildiğimiz fizik âleminin ötesinde bir
manâ âleminin bulunduğunun kesin delilidir.


Meleklerin varlığından sözeden birçok âyet-i kerîme
ve hadîs-i şerîf bulunduğu ve Islâm ümmeti bu konuda ittifak
ettiği için, meleklerin varlığını kabul etmemek,
insanı dinden çıkarır.


Konular