Ribat
Ip, bağ, sağlam yapı, kervansaray, ülke sınırı,
sınırda nöbet beklemek. "Sınırda nöbet
tutan" anlamında "murâbıt" şeklinde de
kullanılmaktadır. Kur'ân-ı Kerim'de bir ayette,
"savaş için bağlanıp (ribât) beslenen atlar"
(el-Enfâl, 8/60) başka bir ayette de, "sınırda düşmana
karşı nöbet tutmak" (Alu Imrân, 3/200) anlamında
kullanılmaktadır. Hadis-i şeriflerde Allah yolunda
savaşmak için atların hazır tutulması anlamında
kullanılmakla beraber (Ibn Mace, Cihad, 14, Edeb, 10; Ahmed b.
Hanbel, I, 12, 395, VI, 458) daha çok nöbet tutmayı ifade
etmektedir.
Fıkıhçılar ribatı şöyle tanımlamaktadırlar:
"Ribât, müslümanları kâfirlere karşı korumak için
sınırlarda beklemektir. Sınır ise, halkının
düşmandan korkusu olduğu her yerdir. Ribât
"ribâtul-Hayl" (at bağlamak)'dan gelmektedir. Süvarılerin
atlarını bağlayıp nöbet tutmaları olayından
adını alan ribât, sınırlarda at bulunsun
bulunmasın nöbet tutmak için oluşturulmuş mekânların
adı olmuştur (Ibn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 356).
Hadis-i Şerifler Allah yolunda nöbet tutmanın faziletinin büyüklüğünü
değişik şekillerde ifade etmektedirler:
"Allah yolunda bir gece nöbet (ribât) beklemek bir ay'ı oruç
ve ibadetle geçirmekten daha hayırlıdır. Ölürse dünyada
yaptığı ameli ve rızkı devam eder. Kabır
azabından da emin olur" (Buhârî, Cihâd, 73; Müslim, Imare,
163; Nesaî, Cihad, 39).
"Allah yolunda sınırda bir gün nöbet tutmak, dünya ve
üzerinde bulunanlardan daha hayırlıdır" (Buhârî,
Cihad, 73).
"Allah yolunda düşmana karşı nöbet tutan
kimselerin dışında bütün ölülerin amel defterleri kapanır.
Murabıtların ise, iyi amelleri kıyamet gününe kadar yazılmaya
devam eder ve bu kimseler kabır azabı konusunda emindirler"
(Ebu Davud, Cihad, 15; Tirmizi, Fedailul-Cihad,II).
"Iki göz vardır ki onlara ateş değmez: "Allah
korkusundan ağlayan göz ile Allah yolunda nöbet bekleyen göz"
(Tirmizî, Fedâilu'l-Cihad, 12).
Ribât başlangıçta sadece sınırda nöbet tutma işini
ifade eden bir kavramken sonraları, bu işin
kurumlaşmasıyla daha yerleşik ve kapsamlı bir
muhtevaya sahip olmuştur. Ilk önceleri ribât cihada hazır
halde bulundurulan atların (hayl) bağlandığı ve
ulakların binek değiştirdikleri ve konakladıkları
yerlerin adıydı. Cihad farızasını yerine
getirmek, Islâm tebliğini diğer insanlara ulaştırmak
ve bu tebliğe direnen güçlerin tecavüz ve tehditlerinden Islâm
yurdunu korumak için sınırlarda düşmanı gözetlemek
ve onun hareketlerini zamanında ve süratli bir şekilde gerideki
kuvvetlere bildirmek kaçınılmaz bir ihtiyaçtı. Bunun için,
Islâm devletinin tehlikeli sınırlarında müstahkem yapılar
inşa edildi. Bu mekanlar aynı zamanda düşman
toprakları içerisinde harekâtta bulunacak müfrezelerin de toplanma
yerleriydi. Ayrıca bir düşman saldırısı
tehlikesi sözkonusu olduğu zaman çevredeki halk için ribâtlar bir
sığınma yerleriydi. Ribât, zamanla kendine has bir mimari
üslûp kazandı. Karşılamış olduğu ihtiyaca
göre şekillenen ribâtlar, sağlam bir savunma suru ile
çevrelenmiş içinde silah ve erzak deposu, ahırı, mücahitler
için hücreleri, yüksekçe bir gözetleme ve işaret kulesini
kapsayan mustehkem bir mevki olarak inşa edilmekteydi. Ancak, ribâtlar
her zaman böyle gelişmiş yapılar şeklinde
değildi. Bazı yerlerde tahkim edilmiş ve bir gözetleme
kulesi bulunan basit sınır karakollarıydılar. Eski
coğrafyacılar tarafından sadece Maveraünnehir'de on binden
fazla ribat bulunduğu rivayet edilmektedir. Düşman
saldırısına karşı açık deniz sahillerinde
de çok sayıda ribât vardı. Buna göre Filistin ve Mağrib'e
kadar bütün Kuzey Afrika sahilleri boyunca birbirini görecek tarzda
kuleleri olan ribâtlar bulunmaktaydı. Bu ribatlardaki ateş
kuleleri ile Sebte'den (Cebeli Tarık) Iskenderiye'ye bir gece gibi
kısa bir zamanda haber ulaştırılabildiği rivâyet
edilmektedir. Öte taraftan Sicilya ve Malta takım adalarında da
ribâtlar vardı. Endelüs'te ise hem sahil şeridi hem de kara
hududu boyunca ribâtlar kurulmuştu.
Filistin sahillerindeki ribâtlar müslüman esirlerin kurtarılmaları
amacıyla da kullanılmışlardır. Ribâtlardaki
kulelerden yaklaşan hristiyan gemileri gözetlenir ve bunların
taşıdığı müslüman esirler halkın
katılımıyla toplanan paralarla fidye ödenerek kurtarılırlardı.
Ribâtların çoğu ribâtın fazileti hakkında varid
olan hadislere ittiba eden gönüllü müslümanlar tarafından
inşa edilmişlerdir. Aynı şekilde buralarda nöbet
bekleyen müfrezeler de gönüllülerden oluşmakta ve bunlara murâbitûn
denilmekteydi. Ancak, bu iş devleti idare edenlerin görevleri arasında
bulunmakta olup, ihtiyaç ölçüsünde ribât inşa etmek için
gerekli faaliyetleri yürütüyorlardı. Ribâtta zaman, nöbet, eğitim
ve ibâdet ile geçirilmekteydi.
Tunus'ta bulunan ve zamanımıza kadar
varlığını koruyan Susa ribâtı, ribât kurumunun
eski bütün özelliklerini taşımakta olup, bir örnek teşkil
etmektedir. Bu yapı, dört tarafı duvarla çevrilmiş, köşelerde
ve yanlarda kuleleri yükselen mustahkem bir binadır. Tek giriş
kapısına sahip olan ve içerdeki bir merdivenle orta avlusuna
inilen bu ribatın avlusu kapalı revaklar ve hücrelerle çevrilıdır.
Birinci katına iki merdivenle çıkılmakta ve avlusunun üç
yönü hücrelerle çevrili bulunmakta, dördüncü tarafta ise mescid yer
almaktadır. Birinci katın üzeri düz bir çatı ile
örtülmüştür. 20 m. yükseklikteki işaret kulesinin
kapısı buraya açılmaktadır.
Ribâtların en parlak dönemi IX. asırdır. XI. ve XII.
asırlarda ribâtlar cihada yönelik fonksiyonlarını
kaybetmiş ve zamanın sadece zikir ve ibadetle geçirildiği
mekanlar (Tekke-Zaviye) haline getirilmişlerdir. Ancak, bu
asırlarda hristiyan Ispanya ile sıcak savaş halinde bulunan
Mağrib bölgesinde ribâtlar cihada yönelik görevlerini yerine
getirmeye devam etmişlerdir. Bir kısım ribâtlar, devletin
yol güvenliğini ve kervanların konaklama ihtiyaçlarını
sağlamaya yönelik kurumlar haline dönüştüler ki bu yapılar
bu fonksiyonlarından dolayı kervansaray adını
aldılar. Selçuklular dönemi, kervansaray tipi ribâtların
çokça inşa edildiği bir dönem olup, Nizamülmülk'ün
siyasetnâme adlı yapıtına göre devletin başlıca
görevlerinden biri de bu tür ammenin hizmetine yönelik yapılar
inşa etmektir.
Kuzey Afrika'da XII. asırdan sonra ribatlar yavaş yavaş
bir şeyhin etrafında toplanan müridleri barındıran
tekkeler şeklini aldılar.
Ribât görevini yerine getiren kimseler için kullanılan
murabıt kelimesinin çoğulu olan "murabitün" Mağrib'de
kurulan ve temel öğesi cihâd farızasını yerine
getirmek olan devlete ad olmuştur. Abdullah b. Yaşın
adındaki bir Islâm davetçisinin Lamtuna Berberileri arasında
tebliğ faaliyetinde bulunmuş ve gördüğü tepki üzerine Aşağı
Senegalda, Nijer nehrinde bulunan bir adaya
sığınmış ve burada Ribât adını
verdiği bir tekke kurmuştu. Onun ısrarlı çalışmaları
sonucu bu ribât özellikle Lamtuna kabilesine mensup bin kadar savaşçı
bir derviş grubun merkezi haline geldi. Bu mücahidlerin, Abdullah b.
Yaşın'e olan bağlılıkları tamdı. Son
derece cesur bu topluluk, murabitün olarak adlandırıldı ve
onların kurduğu devlet bu adla anıldı. Abdullah b.
Yaşın'in Sanhaca kabileleri arasında giriştiği
yoğun tebliğ faaliyetleri semeresini verdi ve ihtida eden büyük
kitlelerin sarsılmaz lideri konumuna gelerek askerî bir gücü eline
geçirdi. Arkasından atadığı komutanlar ile fetih
hareketlerine girişti. Murâbıtlar verdikleri
başarılı savaşlarla, devletin hudutlarını
Atlas Okyanusundan Tunusu ve oradan da Endelüs'e kadar genişletmişler
ve hristiyanlarla başarılı savaşlar
yapmışlardı.