Fıkıh | Konular

Tahvil


Süresi ve faiz miktarı belirli kredi sağlama yöntemini
belirleyen belge. Ortaklar, yatırımcılar veya devlet
kuruluşları, sürekli ortak payı ile
yatırımlarını büyütmek yerine, belirli projeleri
tahvil çıkarmak yoluyla gerçekleştirmeyi tercih ederler. Böylece
tahvilin süresi bitince önceden belirlenmiş olan faizi ile ana
parayı ödeyip tahvil sahiplerinin işletme ile ilişkisini
kesmiş olurlar.


İslâmî açıdan faizli karz kullanmakla tahvil çıkarıp
faizli kredi sağlamak aynı niteliktedir. Tasarrufu iki
yıl vadeli yüzde miktarı belli bir faizle bankaya
yatırmak ne ise, böyle bir tasarrufla iki yıllık, faiz
miktarı belli tahvillere yatırmak da aynı şeydir.
Yatırımcılar bankayı araya sokmadan doğrudan
kredi sağlama yöntemi olarak çıkardıkları
tahvilleri çoğu zaman "hamiline" çıkarırlar.
Böylece tahvillerin hisse senetlerinde olduğu gibi elden ele
dolaşması sağlanmış olur. Bunun anlamı
tahvil sahibinin tahvilini süre dolmadan da satabilmesidir. Tahvili en
son elinde bulunduran kişi ise bunu çıkaran kuruluştan
bedelini alabilecektir (bk. "Şirket"; "Hisse
Senedi", "Mudârebe" maddeleri).


Tahvil çıkararak kredi sağlama yönteminden
"kâr-zarar tahvili" çıkararak yararlanmak da mümkündür.
Bu takdirde anapara riske sokulduğu için faiz şüphesi
kalkar. Buna "Mudarebe Tahvili" (bk. "Mudarebe") de
denebilir. Meselâ; bir işletme belli bir ihracat projesinde
kullanılmak üzere bir yıllık "Mudârebe
tahvili" çıkarsa, yaklaşık bir yıl sonra bu
projeden elde edilecek kâr işletme ile tahvil sahibi arasında
paylaştırılır. Burada işletme sadece
emeğinin ve dış satımı organıze etmesinin
karşılığı olarak kârdan pay alır.
İşletme kendisinden hiç sermaye koymamışsa mudarebe
yönteminde kasıt, kusur veya ihmali söz konusu olmadıkça
zarara katlanması gerekmez. Çünkü onun zararı emeğinin
boşa gitmesi olarak ortaya çıkar. Zarar önce kârdan karşılanır,
bu yeterli olmazsa, anaparadan ödenir. Bu yüzden zarar büyük olunca
anapara azalır veya tamamı yok olabilir. İşletme, kâr-zarar
tahvil bedelleri yanında kendisinden de anapara koymuşsa, bu
takdirde belirli proje işletme ile tahvil sahipleri arasında
"ortaklık" yöntemiyle gerçekleşmiş olur. Bu
takdirde taraflar kârı aralarında belirledikleri
şartlara göre paylaşırlarken, zarara sermaye
oranlarına göre katlanırlar. Bu duruma göre, kâr-zarar
tahvili uzun veya kısa vadeli her çeşit projelerin gerçekleştirilmesinde
araya bankayı sokmadan veya faizli muameleye ihtiyaç duyulmadan başvurulabilecek
bir yöntemdir.


Mudarebe veya kâr-zarar tahvili yöntemi daha düzenli bir biçimde
İslâm bankası tarafından da uygulanabilir. Tahvile süre
konulması gerektiği için burada projelerin sonuçlarının
alınabileceği süreyi tahmin etmek önem arzeder. Çünkü
projenin sonucu alınmadan tahvillerin ödenme vadesi gelirse işletme
ödeme güçlüğü çekebilir. Diğer yandan tahvil sahibine kârdan
pay verileceği için proje sonuçlanmadan kârın
miktarını belirlemek mümkün olmaz. Bu yüzden İslâm'da
tahvil süresini yaklaşık bir süre olarak belirlemek gerekir.
Proje bu süreden önce tamamlandığı takdirde kârın
paylaşılması yoluna gidilir. Proje uzadığı
takdirde ise sonuçlanıncaya kadar sürenin kendiliğinden
uzadığı, kabul edilmelidir.


Meselâ; bir İslâm bankası kendisinden hiç sermaye
kullanmaksızın, çıkaracağı üç ay süreli
mudârebe tahvili yoluyla peşin para ile satın
alacağı kâğıtları yabancı bir ülkeye
akreditifli muamele ile ihraç etse, bu ihracat işlemini
organıze karşılığında anlaşmaya göre
kârdan pay alır. Tahvil sahipleri de anaparaları yanında
kârdan da paylarını almış olurlar. Bu ihracat
projesi iki ayda sonuçlanmışsa projenin tasfiyesi süreyi
beklemeden yapılır. Çeşitli engeller yüzünden ancak
altı ayda sonuç alınmışsa tahvil sürelerinin
kendiliğinden uzadığı kabul edilmelidir. Çünkü
taraflar böyle bir projeye girerken çeşitli riskleri üstlenmiştir.
Zaten kârın meşru oluşunun nedeni de riske
katlanmadır. Ancak projenin gecikmesi, zararın meydana gelmesi
hallerinde işletmecinin kusuru bulunmamalıdır (Hamdi Döndüren,
Günümüz Ekonomik Problemlerine İslâmî Yaklaşımlar,
İstanbul 1988, s. 87 vd.; Delilleriyle İslâm İlmihali,
İstanbul 1991, s. 654).


Sonuç olarak sürekli ortak yerine tahvil yöntemi geçici, süresi
belirli ortaklık yöntemini ifade etmektedir. Sermaye piyasanın
oluşması ve dengeli biçimde kullanılması kâr-zarar
tahvilleri yoluyla sağlanabilir. Ancak İslâm'ın
diğer ekonomik ve ticarî yöntemleri gibi "kâr-zarar
tahvili" yöntemi de güvene dayanır. Taraflar bu güveni
sürdürdükleri sürece iyi sonuçlar alınır. Bu ekonomik yöntem
ve modellerle İslâm toplumlarının geçmiş yüzyıllarda
dünya ülkeleri arasında büyük ekonomik güçler oluşturdukları,
dosta-düşmana örnek müesseseler kurdukları ve bununla kendi
dönemlerinde süper güçler oluşturdukları bilinmektedir.




Konular