Istidrac
Allah'a isyanda çok ileri giden insanların, Allah'ın
kendilerine verdiği mal, başarı ve sıhhat gibi
nimetlerle isyanların daha da artırmaları ve sonuçta
helâk olmaları.
Allah'a tam olarak itaat eden veya en azından iradelerini itaat
yolunda azamî derecede kullanan kullar olduğu gibi; Allah'a isyanda,
Islâm'a, dolayısıyla hakka, adalete, insanıyete,
kısaca Allah'a kul olmaya karşı çıkışta
ölçü tanımayan kişiler de vardır. Bu iki gruptan
birinciler Allah'ın velilerini oluştururken, ikinci grubu ise,
ins ve cin şeytanlarının kendilerine sürekli olarak
Islâm'a ve müslümanlara karşı çıkmayı ?vahyettiği',
gizli gizli fısıldadığı Şeytan'ın
velileri oluşturmaktadır. Allah, velîlerine zaman zaman
ikramlarda bulunur; Kâinatın işleyişinde kudretine perde
yaptığı sebepleri onlar için bir derece ortadan kaldırıp,
normal sıradan insanlara olağanüstü gelen bazl fiilleri veli
kullarının elinde yaratır; bu tür ikramlara Islâmî
terminolojide' kerâmet' denmektedir ki, en büyük kerâmet de Sırat-ı
Müstakım üzerinde sapmadan gidebilmektir.
Yukarda belirtildiği gibi, Allah'ın velîlerinin karşısında,
Şeytan'ın velileri de vardı. Bunlar, sürekli olarak Allah'ın
dinine ve bu din'in bağlılarına karşı çıkıp,
savaş açarlar. Bu yetmiyormuş gibi, kendileri de bazen açıktan,
bazen münafıkça bir tavırla -"biz ıslahçıyız"
diyerek- yeryüzünde fesat ve fitne çıkarırlar. Bunlar, her
şeyden önce ?fasık', yani her türlü günahı rahat
rahat ve içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan işleyen
kimselerdir. Eğer bir memlekette bu tür kişilerin
yaptıklarına ses çıkarılmaz, her türlü fıskları
ve yaktıkları fitne-fesat ateşi söndürülmeğe çalışılmaz,
daha açık deyişle, ?ma'ruf' emredilip, ?münker'
yasaklanmaz; tam tersine ?münker'ler emredilir, ?ma'ruf' yasaklanırsa
o memleket bir bakıma ?helâki hak etmiş demektir. Bu
şekilde helâki hak etmiş olan memleketlerde Allah, fasık,
fitneci ve müfsit kişilerin sayılarını daha da
artırır; çünkü, toplum iradesiyle artık bunu arzuluyor
demektir ve bu yöne yönelmiştir.
"Biz bir memleketi helâk etmek dilediğimizde, orada mütreflere
(hayatı gaye edinenlere, bohem hayatı yaşayanlara,
acımasız -sömürücü- mal düşkünü kapıtalistlere)
emrederiz (onların sayılarını çoğaltırız)
da, orada fısk ederler "(el-Isrâ, 16/ 17);
"Allah, zaten fasıklardan ve zalimlerden
başkasını helâk etmez" (el-en'âm, 6/47; el-Ahkâf,
6/35). Ama bu helâk etme işi birden olmaz. Fitne ve fesadın kol
gezdiği. İslam'ın unutulup horlandığı bir
yere Allah önce uyarıcılar gönderir (es-Şarâ, 26/208;
el-Kasas, 28/59). Fakat toplumda fitne ve fesadı körükleyen fâsıklar,
zâlimler, tâğutlar, mütrefler uyarıcılara ve Allah'a
dini'ne karşı cephe aldıkları gibi; çoğunluğu
oluşturan yığınlar da genellikle sessiz kalırlar.
Bu durum, sözgelimi, Hz. Nuh'un kavminde olduğu gibi,
gerektiğinde 950 yıl, yani uzun bir süre devam eder. bu süre
içinde Allah tâğutlara, fâsıklara, zâlimlere, hak yola
gelmeleri ve aynı zamanda da yaptıklarının helâki hak
edecek seviyeye gelmesi izin mühlet verir. Onlar ise bu mühlet verişi
anlamazlar, helâk olmayacaklarını, yap tıklarından
hesaba çekilmeyeceklerini sanırlar. Ayrıca, belki
hayatlarında bir kez olsun başları
ağrımadığı gibi, dünya işleri oldukça
yolunda gider; en güzel evler onlarındır; en yüksek makamlarda
onlar oturur; en iyi yiyip en iyi giyen ve en güzel kadınlara sahip
olanlar onlardır: "Eğer insanlar (hep küfre sapan) bir
ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz o Rahman'ı inkâr eden
(ler) in evlerine gümüşten tavanlar, üzerlerine çıkacakları
merdivenler; ve evlerine (odalarına) kapılar ve üzerlerine
yaslanacakları kolluklar ve altın zinetler yapardık"
(ez-Zuhrûf, 43/33-35).
Allah'ın kendilerine verdiği büyük nimetleri, sıhhat,
kabıliyet, başarı, makam ve mevkileri; dünya hayatında
çıkardıkları her türlü fısk, fitne ve
fesatlarına, isyan ve fücurlarına rağmen
başlarına ilahî felâketlerin gelmemesini, daha doğru
deyişle gecikmesini haklarında hayır sanan
Şeytan'ın velileri azgınlıklarında daha da ileri
giderler ve sonunda helâktan kurtulamazlar. Fakat, helâklerine kadar
içinde bulundukları durum, Allah'ın onları aslında
derece derece helâke götürmesinden başka bir şey
değildir; yani sadece ?istidrac'tır. "Ayetlerimizi
yalanlayanlar (a gelince); biz onlar bilmedikleri yönden istidraca tabi
tutarız (derece derece helâke götürürüz) (el-A'râf, 7/ 192).
Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Allahu Teâlâ'nın
bir kula günah işlemesine rağmen dünyada sevdiği
şeyleri ihsanda bulunduğunu görürseniz bilin ki o istidracdır."
Hz. Peygamber sonra şu ayet-i kerimeyi ok udu: "Kendilerine
hatırlatılanları unuttuklarında onlara her şeyin
kapısını açtık. Nihayet kendilerine verilen nimetlere
sevinip zevke dalınca onları azabımızla
ansızın yakalayıverdik. Hemen ümitsizliğe
kapılıp şaşkına döndüler. " (el-Enâm,
6/44) (Ahmed b. Hanbel, IV, 145).
Ayrıca mümin olmayanların, kâinattaki kanunlara aykırı
olarak gösterdikleri hârikulâde hallere de istidrac denilmiştir.
Meselâ; Hind fakirlerinin uzun süre aç durmaları, ateşte yürümeleri
ve su içinde uzun süre havasız durabilmeleri ve vücutlarına
şiş batırmaları gibi.