Teganni
Şarkı söylemek. Bazı mahzun sözlerin belirli bir
makama uygun biçimde söylenmesi, okunması.
Teğannide aslolan tabiattaki tabiî seslerdir ve insanın
fıtraten buna meyli vardır. Yani insanoğlu bütün
güzellikler gibi güzel sese meyillidir. Fıtratı gereği
onunla rahatlar. Sevinç, keder, sıkıntı ve hayret
anında ona yönelir. Bu çocukluk, gençlik ve ihtiyarlık döneminde
devamlı karşılaşılan bir gerçektir.
Küçük bir çocuk güzel sesle, teğanni ile söylenen ninni
ile sükunet bulur. Kulağına gelip ruhunu okşayan bu güzellikle
sakin bir uykuya dalar.
Teğanni ve musikinin hayvanlar üzerinde bile etkisi vardır.
Her hayvan hemcinsiyle, teğanniye benzeyen bir sesle
anlaşır. Kuşların bir çoğunun sesi gerçek
musikidir.
İslâm'ın fıtratın gereği olan bu gerçeği,
mutlak manâda yasaklaması düşünülemez. Ancak İslâm,
her meseleye damgasını vururken, kendi bünyesine uygun olan
ile uygun olmayanın sınırlarını çizer.
Bunlardan hayırlı ve faydalı olan alır veya ruhsat
verir, zararlı olanı yasaklar.
Teğanni ve buna bağlı olarak musiki, insan kalbinin
dilidir, hislerinin sesidir. Her milletin kendisine has teğannisi
vardır. Araplar bunu İslâm'dan önce de biliyorlardı.
Kendi basit ve sade tabiatlarına uygun makamları da
vardı. Başlangıçta şiir okurlardı, ama bunun
teğannisi yoktu. Sonra hadâ çıktı. Bu teğanni'nin
bir çeşidiydi ve develeri sürerken buna başvuruyorlardı.
Develer, güzel sesle söylenen hadâ'nın ritmine uygun ve
hızlı yürüyorlardı.
Sonra terennümle okumaya yöneldiler ve bu konuda ihtisaslaşmaya
başladılar. Nasb, Sinâd ve Hezec olmak üzere üç çeşit
teğanni tarzı icabettiler. Muğanniyelerin tarzı idi.
Kervanlarda bu tarz kullanılırdı. Sinâd, çok nağmeli
ve ağır tarzlı bir çeşitti. Hezec ise, oynama hissi
veren hafif bir tarzdı ki, yanında tef ve kaval
kullanılırdı .
Bu üç tarz, o günün büyük şehirleri olan Medine, Taif,
Hayber ve Vadi'l-Kura gibi yerlerde yaygındı (İbn Haldun,
Mukaddime, Fasl 3, s. 423).
İslâm geldikten ve fetihler ilerledikten sonra Araplar, Fars
musikisi ile tağannisini tanıdılar. Ancak Emevîlerin
saltanatı dönemine kadar, Müslümanlar, İslâm devleti ve neşrine
önem verdikleri için, musiki ve teğanni konularıyla özel
bir sanat kolu olarak ilgilenmediler. Emevî idarecileri teğanni ve
musikiye önem vermeye başladılar.
Hatta bazılarının özel muğanniyeleri vardı.
Her istedikçe bunları dinlerlerdi.
Abbasiler döneminde teğanni ve musikiye verilen değer daha
da arttı. Abbasiler Fars diyarı ve diğer ülkelerle sıkı
ilişkide oldukları için, bunların musikilerinden
etkilenen Abbasi musikisi, önemli ilerlemeler kaydetti. Abbasî
halifelerinden bilhassa Vâsık Billâh, Muntasır Billâh,
Mu'tez Billâh ve Mu'tazıd Billâh devirleri musikinin en parlak
olduğu devirler oldu. Halife Mehdi'nin kızı Emire Aliyye
de bu konuya önem veren Abbasi kadınlarının
başında geliyordu.
Bütün bunların yanında, insaflı tarihçilerin
tespitleri şu yöndedir: Şarkı meclisleri ahlâka aykırı,
Şeriat kurallarını çiğneyecek hareketlerden
uzaktı .
Tarihin genel seyri içinde musiki ve teğanni, kendi özel
seyrini sürdürürken devamlı haram mı, helâl mı münakaşasına
konu edildi. Bu münâkaşayı haklı çıkaracak pekçok
sebep vardır. Her şeyden önce ve öz olarak söylenirse,
Şeriata aykırı yer ve tarzda kullanılması bu
sebeplerin başında gelir.
Teğanniyi mübah kabul edenlerin delilleri
Teğanniyi mübah kabul edenler, Kur'an ve Sünnetten şu
ayet ve hadisleri delil olarak ileri sürmektedirler:
1- "O, yaratmada dilediğini artırır; şüphesiz
Allah, her şeyi yapabilendir" (Fâtır, 35/1).
İbn Kesir, İmam Zührî ve İbn Cüreyc'den naklen;
Allah'ın artırdığının güzel ses olduğunu
söyler (İbn Kesir, Tefsir, V, 567).
Kurtubî ise bu ayetin tefsirinde, "İbn Kesîr'in
Zühri'den nakline göre, Allah'ın artırdığı güzel
sestir" der (Kurtubî, el-Câmili-Ahkâmi'l-Kur'an, XIV, 320).
Nesefî, Beyzavî, Hâzin ve diğerleri aynı anlamı
tercih etmişlerdir.
2- Hz. Âîşe (r. anhâ)'dan: "Resulullah (s.a.s) benim yanıma
girdi. Yanımda da iki câriye vardı; Buas günü
şarkısını söylüyorlardı. Resulullah (s.a.s)
yatağa yattı ve yüzünü öteki tarafa çevirdi. Bu arada
Babam Ebû Bekir de yanıma girdi, beni azarladı ve
"Resulullah (s.a.s)'in yanında şeytan çalgısı
mı çalıyorsunuz?" dedi. Resulullah (s.a.s) ona dönerek
"Onları bırak" buyurdu.
Bu hadisin başka bir rivâyetine göre Resulullah (s.a.s) Ebû
Bekir'e "Ey Ebû Bekir, her kavmin bir bayramı vardır, bu
da bizim bayramımızdır" buyurmuştur (Buharî,
Îdeyn, 3; İbn Mâce, Nikâh, 21; İbn Hanbel, 6/1 87)
Hz. Âişe (r.anha)'dan: Bayram günüydü, Sudanlılar
Mescid-i Nebevî'de kılıç kalkan oyunu oynuyorlardı. Ben
istedim veya Resulullah (s.a.s) "Bakmayı arzuluyor
musun?" buyurdu. Ben, "Evet, isterim" dedim.
Beni arkasında durdurdu, yanağım yanağı
üzerinde idi. Oyuncuları Haydın Erfide oğulları! Göreyim
sizi" diyerek teşvik ediyordu. "Ben usanıncaya kadar
baktım." Bana, "Yeter mi?" buyurdu. "Evet"
dedim." "O halde içeriye git" buyurdu (Buharî, Îdeyn,
2, Cihad, 81; Müslim, Îdeyn, 19).
Bu hadisle bundan önceki hadisin delil olma yönü şöyledir:
Şarkı söylemek (teğanni) haram olsaydı, Resulullah
(s.a.s)'in evinde söylenmezdi. Ebû Bekir bunu hoş
karşılamamış, ama Resulullah (s.a.s) kabul
etmiştir. Resulullah'ın bayram gününü buna sebep olarak
göstermesi, devamlı yapılmasının hoş
olmadığını ifade etmektedir (İbnü'l-Arabî,
Ahkâmü'l-Kur'an, 111, 9).
3- Halid b. Zekvan'dan: Rubeyyi bint Muavviz b. Afra şöyle
anlattı: "Ben evlendiğim zaman Resulullah (s.a.s) geldi
ve senin şu oturduğun gibi yatağımın üzerine
oturdu. Bizim cariyelerimiz tef çalıp Bedir günü şehid olan
atalarımız hakkında mersiyeler okumaya
başladılar. O anda cariyelerden birisi, "Bizim
aramızda yarın olacakları bilen peygamber var." meâlinde
bir mısra okudu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s), "Bunu bırak
(böyle söyleme), söylemekte olduğun diğer şeyleri söyle"
buyurdu (İbn Hacer, Feth'ul-Bâri, XI, 108; Tirmîzî, Nikâh, 6;
İbn Mâce Nikâh, 21).
İbn Mâce'de Resulullah (s.a.s)'in sözü şöyledir:
"Hayır, bunu söyleyemeyiniz. Yarın olacakları bilen
Allah'tır" (İbn Mâce, Nikâh, 21; Buharî, Tefsiru
Sure-i Ra'd, 1; İbn Hanbel, II, 52).
Bu hadisle bir evvelkinin delil oluşu şöyledir: Nikâhın
tef ve teğanni ile ilânı mubahtır. Mubah
sınırını aşmadığı takdirde, oyun
ve eğlence yapılması, bir düğüne imam (devlet başkanın)'ın
gelmesi caizdir (Mubarekfûrî, Tuhfetü'l-Ahvezi Şerhi Süneni't-Tirmizî,
VI, 209).
4- Muhammed b. Hâtıb el-Cumahî'den: Rasûlüllah (s.a.s)
şöyle buyurmustur: "Helâl ile haramın arasını
ayıran ölçü tef ve sestir."
Sünen-i Tirmizî şârihi Mubarekfûri der ki: "Allah daha
iyi bilir; bana göre meselenin zahiri şudur: Hadisteki sesten
murad mubah teğanîndir. Zira düğünlerde tefle mubah teğannî
yapmak caizdir" (İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, XI, 133).
5- Âîşe (r.anhâ)'dan: Hz. Âîşe bir kadını
Ensardan bir adamla evlendirip zifaf için damat evine götürdü.
Resulullah (s.a.s): "Ey Âîşe, sizin eğlenceniz yok mu?
Zira Ensar eğlenceden (oyundan) hoşlanır." buyurdu.
Şureyk'in rivayetinde, Resulullah (s.a.s), "Gelinle beraber
tef çalıp şarkı söyleyecek bir cariye göndermediniz
mi? " buyurdu. Ben, "Câriye ne diyecek?" diye sordum.
Resulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "Şöyle diyecek:
Size geldik, size geldik
Allah bize de, size de hayat versin
Kızıl altın olmasaydı
Bâdiyenize konaklamazdı
Sarı buğday olmasaydı
Bakireleriniz semirmezdi"
İbn Mâce'deki rivayette Resulullah (s.a.s)'in şöyle
buyurduğu nakledilir:
"Ensar muhabbet duygusu olan bir kavimdir. Onlara, 'Size geldik,
size geldik, Allah bize de, size de hayat versin.'
Şarkısını söyleyen birini gönderseydiniz" (İbn
Mâce, Nikâh, 21, ibn Hanbel, IV, 78).
6- Enes b. Mâlik (r.a) den: "Resulullah (s.a.s) Medine'nin bir
tarafından geçti. O anda tef çalıp şarkı söyleyen
bir kaç kızcağızla karşılaştı.
Kızlar şöyle diyorlardı: "Biz Neccâr oğullarının
kızlarıyız, Muhammed ne iyi komşudur." Bunun
üzerine Resulullah (s.a.s) onlara, "Allah biliyor ki ben de
sizleri seviyorum" buyurdu (İbn Mâce, Nikâh, 21).
7- Abdullah b. Büreyde'den: Babam Büreyde şunu anlatırken
dinledim: Resulullah (s.a.s) gazalardan birisine çıktı. Geri
döndüğü zaman siyahî bir câriye gelerek, "Ya
Resulullah" dedi "Allah seni sağ salim geri getirirse,
senin huzurunda tef çalıp şarkı söylemeyi
nezrettim." Resulullah (s.a.s) de ona, "Nezrettiysen çal,
yoksa çalma" buyurdu.
Câriye tef çalmaya başladı. Bu arada Ebû Bekir geldi,
câriye tef çalıyordu. Ali geldi çalıyordu. Sonra Osman
geldi, yine çalmaya devam etti. Ömer gelince câriye tefi yere attı
ve üstüne oturdu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s), "Şeytan
senden korkar, ey Ömer. Ben otururken bu tef çalıyordu. Ebû
Bekir geldiğinde çalıyordu. Sonra Ali geldi o yine çalıyordu.
Osman geldiğinde çalmaya devam etti. Sen girince ey Ömer, tefi atıverdi"
buyurdu.
Tirmizî bunun hasen sahih bir hadîs olduğunu söylemiştir
(Tirmizî, Menakıb, 17).
8- Âmir b. Sa'd'den: "Bir düğünde Kuraza b. Kâ'b ve
Ebû Mes'ûd el-Ensarî'nin yanına girdim. O anda câriyeler
şarkı söylüyorlardı. "Siz Allah Resulunun
arkadaşlarısınız, Bedir savaşına
iştirak edenlerdensiniz. Sizin yanınızda bu nasıl
yapılır?" dedim. Birisi: "Otur, istersen bizimle
dinle, istersen git. Düğünlerde bizim için buna ruhsat
verildi" dedi" (Nesaî, Nikâh, 80).
9- Seleme b. el-Ekva'dan: "Resulullah (s.a.s)'le beraber Hayber
gazasına çıktık. Geceleyin yürüdük. Topluluktan
birisi Amir b. el-Ekva'a, "Şarkılarını bize
dinletsen olmaz mı?" dedi. Âmir şairdi ve develeri hadâ
söyleyerek yeden birisi idi. Devesinden indi ve o topluluğa
şu şiiri makamla okudu:
"Allah'ım şayet Sen olmasaydın biz hidâyete
eremezdik.
Sadaka da vermez, namaz da kılmazdık.
Canımız sana feda olsun ki,
sakındığımız sürece bizi mağfiret et.
Düşmanla karşılaşınca
ayaklarımızı sabit kıl.
Üzerimize sekînetini indir. Çünkü biz,
Cihada çağrıldığımız zaman ona icabet
ederiz.
Düşman ise yaygara ile aleyhimize yardım
topladı."
Resulullah (s.a.s), "Develeri süren bu adam kim?" diye
sordu. "Âmir b. el-Ekva'dır" dediler. "Allah ona
rahmet etsin" diye dua etti. Topluluktan birisi, "Duan
sebebiyle (şehidlik ona) vacip oldu, ey Allah'ın Resulu, bizi
de bundan faydalandırsaydın" dedi" (İbn Hacer,
Fethu'l-Bârî, XIII, 60; Müslim, Cihad, 123).
10- Fedale b. Ubeyd'in azadlısı Meysere'den: Resulullah
(s.a.s), "Sesi güzel cariyeşinin sesini efendisi nasıl
duygulanarak dinliyorsa, güzel sesle Kur'an'ı açıktan okuyan
adamın sesini Allah Teâlâ daha iyi dinler. " buyurdu. Hakim
bu hadîsin Buharî ve Müslimin şartına uygun sahih bir hadîs
olduğunu söyler. İbn Mâce de Sünen'inde hasen isnadla
rivayet eder (Hakim, Müstedrek, 1, 571; İbn Mâce, İkametü's-Salât,
176; İbn Hanbel, VII, 19-20).
Mezheblerin ve ulemanın görüşleri:
Malikî fakihlerinden Ebû Bekir İbn'ül-Arabî şöyle der:
"İçinde Malik b. Enes (r.a)'in de bulunduğu ekseri
ulemaya göre teğanni kalpleri heyecana getiren
eğlencelerdendir. Ne Kur'an'da, ne de sünnette onun haram olduğuna
dair delil yoktur. Ama sahih hadiste mubah olduğuna delil
vardır. Sahih hadiste Hz. Ebû Bekir, Hz. Âişe'nin
yanına girer. O anda onun yanında Ensarın mersiyelerini
okuyan iki cariye vardır. (Sonra hadîsin tamamını
yazarak) Teğanni haram olsaydı, zahiren Ebû Bekir hoş
karşılamadığı halde Resulullah (s.a.s)'in
evinde olmaması gerekirdi. Resulu Ekrem (s.a.s) ruhsat faziletiyle
ve yaratıklara merhametinden dolayı onu kabul ile
karşıladı" (İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an,
III, 9).
"Teğanni'nin haram olduğuna dair rivayet edilen her
hadîs ve söylenen her delil, senet yönünden de, inanılacak esas
yönünden de batıldır. Haber olarak da, tevil olarak da
batıldır. Resulullah (s.a.s)'den sabit olan husus, onun iki
bayramda ve bağırıp çağırmaksızın
ölüye ağlarken teğanniye ruhsat verdiğidir"
(İbn'ül-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III, 10).
İbn Abidin de Haşiye'sinde şöyle der: "Haram
olan teğanni bir erkeğin sıfatını, hayatta olan
belli bir kadının vasıflarını ve insanı
şarap içmeye tahrik edecek biçimde şarabın
vasıflarını anlatan, melodik söyleyişler ve Müslüman
veya zimmiyi hicveden sözlerdir ki, bu hicvetme de söyleyen adam
bizzat o Müslüman veya zimminin hicvini düşünerek söylerse,
olmayan bir kadının vasfını yapan teğanni de
haram değildir. Veya kokuları, çiçekleri, suları
anlatan bir şiir veya teğanninin men edilmesinin bir delili
yoktur. Evet, bunları bir çalgının yanında söylerse,
o zaman yine men edilir" (İbn Abidin, Hâşiye, Terc. M.
Taskesenlioğlu, XV, 344).
İmam Şatıbî şöyle der: "Tatrib, sesi uzatıp
güzelleştirmektir." Açıklaması: Şarkı
olarak söylenen şiir iki hususu ihtiva eder:
"1- Kendisinde hikmet ve nasihat olan ki kalbe aittir. Onunla
amel edilir ve ondan etkilenilir. Bu çeşit teğanniyi dinlemek
ruhlara nisbet edilir."
"2- Makamlara göre tertibedilmiş nağmeler
bulunanıdır ki bu tabiata tesir eder, onu gerektiği
şekilde heyecana getirir. Bu heyecan nağmenin etkisine göre
değişir. Bunların hepsi de işitme yönünden kalbe
etki eder. Onun etkisiyle sükûnet ve huzur meydana gelir ki bu rikkattır.
Bu vecd duygusudur ve şüphesiz ki bu övgüye lâyıktır.
Kendisinde sükûn olmayan her etki şımarıkça coşmadır,
onda rikkat da yoktur, vecd duygusu da... Bu çeşit teğanni
sofiyye büyükleri katında övgüye lâyık görülmemiştir"
(Şatıbî, el-İtisâm, I, 175).
Maliki mezhebi büyüklerince aletli olmamak, devamlı olmamak ve
halk arasında meşhur olmamak şartıyla
şarkı dinlemek mekruhtur. Çünkü devamlı teğanni
ile meşgul olmak mürüvveti düşürür, şahitlik
hakkının kaybolmasına sebep olur" (Hattâb,
Mevahibü'l-Celil, VI, 135).
"Büyük Şafiî fakihi İmam Maverdi, teğanni
hakkında şöyle der: Hicazlar şu iki husus
dışında devamlı ona ruhsat vermişlerdir. Vecdi
artırması ve onu yasak kılacak bir şeyin onunla
birlikte bulunmaması."
"İbn Cerir şöyle der: Onu mubah gören, onun nefsi
rahatlandırmasını delil olarak getirir. Onu tâate güç
kazanmak için yapan itaatkâr, günaha güç kazanmak için yapan asi
olur. Yoksa o bahçe de gezinmek ve gezinti yerinde hava almak kabılinden
olur" (İbn Hacer, Fethu 'l-Bârî, XIII, 160).
Şafiîlerin görüşüne göre, "teğanni"
hakkında varid olan haberlere göre mubahtır, çünkü bunda
develeri yürütmeyi canlandırma, uyuyanı uyandırma
faydası vardır. Onu dinlemek de dinletmekte de mübahtır.
Aletsiz teğanni mekruhtur, dinlemesi de böyledir. Ancak Hz. Âişe
hadisinden dolayı haram değildir" (Şirbinî, Mağni'l
Muhtâc, VI, 428).
Hanbelilere göre, şer'an hoş karşılanmayan bir
şey olmadıkça teğanni mübahtır. Ancak bazı
Hanbeliler, haram değil mekruhtur demiş, bazıları
ise haram olduğunu söylemişlerdir. Genel olarak kötü
sözler bulunmadıkça teğanni mubahtır, şeklinde
özetlenebilir.
İmam Ahmed b. Hanbelin mekruh görmesi, bizzat söz üzerine değil,
kötü fiil üzerinedir. (Yâni teğanni sebebiyle işlenecek kötü
şey üzerinedir.) Hadâ, işlenmesi bakımından da
dinlenmesi bakımından da mubahtır (İbn Kudame,
el-Mugnî, XII, 42-43).
Zahirilerden İbn Hazm, teğanninin haram olduğunu söyleyenlerin
delil getirdikleri hadîs-i şeriflerin sıhhatli
olmadığını söylemektedir. Ona göre Şer'î bir
farza saygısızlık etmemek şartıyla
teğanni, mutlak suretle mubahtır (İbn Hazm, el-Muhallâ,
IX, 60).
İmam Gazalî, teğanniğine ve sema ile ilgili olarak
şerîat açısından geniş bilgi verir. Bunların
haram olduğuna dair sağlam bir nassın
olmadığını ispat eder. Bunların haram
olduğunu söyleyenlerin sağlam bir delile
dayanmadıklarını söyler. Ayrıca Medine'ye
hicretinde Ensar kadınlarının tef çalarak ve teğanni
ile Resulullah'ın karşılamalarını delil getirir
(Gazalî, İhyau Ulûmi'd-Din, II, 245).
Havvât b. Cûbeyr'den; "Ömer b. Hattâb (r.a)'la beraber hac
için çıktık. Aralarına Ebû Ubeyde b. el-Cerrah ve
Abdurrahman b. Avf'in de bulunduğu bir kafile ile gittik.
Kafiledekiler, "Bize Dirar'ın şarkılarından
oku" dediler. Ömer (r.a), "Ebû Abdullah'ı
bırakın da içinden doğan şiirleri okusun"
dedi. Tanyeri ağarıncaya kadar şarkı söylemeye
devam ettim Ömer (r.a), "Yeter artık ey Havvât, seher
vaktine erdik" dedi" (İbn Abd el-Berr, el-İstîâb
fi Ma'rifeti'l-Ashâb, III,11).
İmam Şevkânî harama, fitne ve fesada alet ve sebep
olmayan teğannî için ruhsat veren ashab ve tabiînden bazılarını
sayar. Buna göre Hz. Ömer (İbn Abdü'l-Berr vb.), Hz. Osman
(Maverdî, el-Beyan, er-Rafiî), Abdurrahman b. Avf ve Ebû Ubeyde b.
el-Cerrah (Beyhakî), Bilâl, Abdullah b. el-Erkam, Üsâme b. Zeyd
(Beyhaki), Hz. Âişe (Buharî, Müslim) ashabtan ruhsat
verenlerdir.
Tabi'înden ise Said b. el-Müseyyeb, Sâlim b. Amr, Hârice b. Zeyd,
Şureyh el-Kadî, Said b. Cübeyr, Âmir eş-Şa'bî,
Ubeydullah b. Ebi Atîk, Atâ b. Ebî Rebah, Muhammed b. Şihâb
ezZührî, Ömer b. Abdül-Aziz vb. dir.
İmam Şevkânî bu isimleri saydıktan sonra İmam
Maverdî'nin şu sözünü nakleder: "Hicazlılar, senenin
ibadet ve zikirle geçirilmesi emredilen günlerinde teğanniye
devamlı ruhsat vermişlerdir" (Şevkâni,
Neylü'l-Evtâr, VIII, 266).