Tedavi
Hastalıkları gidermek için ilaç kullanma ve gerekli
tedbirleri alma. Hastalığı giderme gayretleri.
Islâm dini insan sağlığına büyük önem vermiştir.
Sıhhatli insan, güçlü ve kuvvetli olur. Güçlü kimse ise zayıf
insana nisbetle hem kendisi, hem de başkaları için daha yararlıdır.
Bu sebeple hadis-i şerifte: "Allah'a göre kuvvetli mümin, zayıf
müminden daha hayırlı ve daha sevimlıdır" (Müslim,
Kader, 34) buyurulmuştur.
Sağlık insan için büyük bir nimettir. Peygamber efendimiz
(s.a.s): "Iki nimet vardır ki insanların bir çoğu
onların kıymetini gerektiği gibi bilemediğinden
aldanmışlardır. Bunlar, sıhhat ve boş
vakittir" (Buharî, Rikak, 1; Tirmizî, Zühd; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, 1, 258) buyurmuşlardır. Resulullah (s.a.s):
"Allah'ım! bedenime, gözlerime ve kulaklarıma sıhhat
ver" (Ebu Davûd, Edeb, 101) diye dua ederdi.
Kur'an-ı Kerim'de: "Kendi elinizle kendinizi tehlikeye
atmayınız" (el-Bakara, 2/195) buyurulur.
Insanın sağlığına dikkat etmemesi bir nevi
kendisini ölüme terk etmesidir. Bu ise dinimizde kesin olarak yasaklanmıştır.
Yüce Rabbimiz: "Kendinizi öldürmeyiniz" (en-Nisa, 4/29)
buyurur. Dinimizde ölümü temenni etmek de yasaklanmıştır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde: "Sizden
biri ölümü dilemesin" (Buharî, Merdâ, 19); bir diğerinde de
"Insanların en hayırlısı ömrü uzun ameli güzel
olanıdır" (Tirmizî, Zühd, 21) buyurmuştur.
Ilk planda sağlığın korunmasını,
sağlıklı olmak için bütün tedbirlerin alınmasını
emreden Islâm dini, hastalanıldığı zaman tedavî
olmayı da emretmiştir. Üsame b. Şerîk'den nakledildiğine
göre bedevîler Peygamber Efendimiz (s.a.s)'e gelip, "Ya Resulullah!
Tedavi olalım mı? diye sorduklarında Efendimiz (s.a.s):
Tedavi olunuz. Çünkü Allah yaratmış olduğu her derdin
devasını da yaratmıştır. Ancak bir dert hariç. O
da ihtiyarlıktır."(Ebû Davûd, Tıb,
1)buyurmuştur. Başka bir hadis-i şerifte de "Her
derdin bir devası, her hastalığın bir ilacı
vardır. Hastalığın ilacı bulunduğu zaman
azız ve celîl olan Allah'ın izniyle iyileşir" (Müslim,
Selâm, 69) buyurmuştur.
Bu hadis-i şerifler insanı tedavî olmaya teşvik
ettiği gibi, henüz tedavisi bilinmeyen hastalıkların da
mutlaka tedavilerinin olduğunu, tabiplerin bu konuda usanmadan,
bıkmadan araştırma yapmaları gerektiğine de
işaret etmektedir. Bazı kimselerin: "Allah'ın mübtela
kıldığı her belâ ve musibete razı olmadıkça
velâyet mertebesi tamam olmaz. Binaenaleyh veli için tedavi caiz
olmaz" sözü doğru değildir." (Tecrid-i Sarıh
Terc. XII, 75)
Bir çok hastalar vardır ki, tedâvî olundukları halde iyi
olmuyorlar, diye bir şüphe hatıra gelebilir. Bu şüphe de
şöyle karşılanır: Tedâvî olunan hastanın iyi
olmaması ya hastalığın hakiki tedâvîsi
bilinmemesinden, yahut da hastalığın teşhis
edilememesindendir.
Bir kısım hadis-i şeriflerde mümine isabet eden hastalığın,
onun manevî dereceşinin yüklenmesine ve günahlarının
affına sebep olacağı bildirilmiştir: "Bir müslümana
hastalık isabet ederse, hazan vakti ağaç yapraklarının
döküldüğü gibi Allah onun hata ve günahlarını döker"
(Buharî, Merda, 13).
Bu tedâvî olmayı terketmek anlamına gelmez. Öyle olsaydı,
Resulullah (s.a.s) tedâvî olmazdı. Oysa o, bütün tedâvî yollarına
başvurduktan sonra, bir netice alınamazsa sabra, kadere
rıza göstermeye teşvik etmektedir.
Tedâvî olurken dikkat edilecek bazı hususlar vardır. Bir
defa tabibin ve tedâvîde kullanılan ilaçların birer sebep
olduğuna, gerçek şifayı verenin Allah olduğuna
inanılmalıdır.
Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre helâl ve temiz olmayan
şeylerle tedavide bulunmak caiz değildir. Meselâ şarap ve
benzeri haram şeylerle tedavide bulunmak haram
kılınmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.s) hadis-i
şeriflerinde: Haram ile tedâvî olmayınız" (Ebû
Davûd, Tıb, 11), "Şüphesiz ki Allah sizin
şifanızı size haram kıldığı
şeylerde yaratmamıştır." (Selamet Yolları,
IV, 76), "Şüphesiz ki Allah Teâlâ şarabı haram
kılınca ondan bütün faydaları
almıştır" (Aynı eser, IV, 77) buyurmuştur.
Tarık b. Süveyd, ilaç için şarap yapmanın hükmünü
sorunca Peygamber Efendimiz, Şüphe yok ki o deva değil, bir
derttir" (Müslim, Eşribe, 12) buyurmuştur. Şu
kadarı var ki bazı fakihlere göre başka bir ilaç bulunmadığı
zaman, Müslüman ve mütehassıs bir tabibin göstereceği lüzum
üzerine câiz olabilir. Ameliyat olacak hastaların
bayıltılmasında zaruret olduğundan uyuşturucu
madde kullanılmasında mahzur yoktur.
Peygamber Efendimiz (s.a.s) hadis-i şeriflerinde bazı tedâvî
usullerine de işaret etmiştir. Bir hadis-i şerifinde:
"Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti içmek, kan aldırmak,
vücudu ateşle dağlamak, Fakat ümmetimi ateşle
dağlamaktan men ederim" (Buharî, Tıb, 3,4,10; Müslim,
Selâm, 71) buyurmuştur.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'dan rivâyete göre bir kişi Peygamber
Efendimiz (s.a.s)'e gelerek: "Ya Resulullah! Kardeşimin
karnı ağrıyor, (ishal oldu)" dedi. Resulullah (s.a.s):
Bal şerbeti içir" buyurdu. Sonra adam Hz. Peygamber'e ikinci
defa geldi (hastalığının geçmedığını
söyledi). Resulullah yine "Bal şerbeti içir" buyurdu.
Daha sonra adam üçüncü defa geldi. Hz. Peygamber "Bal
şerbeti içir" buyurdu. Adam tekrar gelip "Içirdim (fakat
geçmedi)" deyince, Resulullah (s.a.s): "Allah sözünde doğrudur,
fakat kardeşinin karnı yalancıdır" buyurdu. Dördüncü
defa içirince iyileşti" (Buharî, Tıb, 4) Resulullah
(s.a.s) "Allah sözünde doğrudur" ifadesinde "Balda
insanlar için şifa vardır" (en-Nahl, 16/19) ayetini
işaret etmiştir.
Yine Hz. Peygamber (s.a.s): "Yer mantarının (keme) suyu
göze şifadır" (Tirmizî, Tıb, 22) buyurmuştur.
Ebû Hüreyre (r.a), "Üç, beş veya yedi yer mantarı
alıp sıktım ve suyunu sırça bir kaba koydum. Sonra
onunla bir bir cariyenin gözünü sürmeledim, "gözü iyileşti"
(Tirmizî, Tıb, 22) demiştir.
Hz. Âîşe validemizden rivâyet edilen bir hadis-i şerifte
de Hz. Peygamber (s.a.s) çörek otu (habbetü's-sevdâ)'nın
ölümden başka her hastaIığa şifa olduğunu
bildirmiştir. (Buharî, Tıb, 7).
Dua ile tedâvî:
Dua ile tedâvî de dinimizde meşrûdur. Kur'an-ı Kerim'in
şifa olduğu bizzat Allah tarafından bildirilmiştir:
"Biz, Kur'an'dan öyle ayetler indiriyoruz ki onlar müminler için
tam bir şifa ve rahmettir" (el-Isrâ, 17/82).
Kur'an itikâdî, ahlâkî, rûhî ve sosyal hastalıklara
şifadır. Bunda hiç bir tereddüt yoktur. Ancak bedenî hastalıklara
da şifa mıdır? Büyük müfessir Kurtubî, tefsirinde
Kur'an'ın hem kalp!ere ve hem de bedene şifa olduğunu
belirtmiş ve bu konuda deliller serdetmiştir. (Kurtubî,
el-Camiu li ahkâmi'l-Kur'an, X, 316).
Ibnü'l-Kayyım "Zâdü'l-Mead" isimli eserinde,
Resulullah (s.a.s)'in çeşitli hastalıklar için tavsiye etmiş
olduğu ilaçları alfabetik olarak sıralamış ve
kaf harfinde Kur'an-ı Kerim'i zikrederek, "Kur'an kalbî ve
bedenî hastalıklarla dünya ve ahiret hastalıkları için
tam bir şifadır" demiştir (Zadü'l-Mead, III, 178).
Hz. Âîşe validemizden şöyle rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.s) hastalandığında kendi üzerine
Muavvizât (Ihlâs, Felak, Nâs) surelerini okurdu. Hastalığı
şiddetlendiği zaman ona ben okur ve elının bereketini
ümit ederek kendi eliyle kendisini mesh ederdim" (Müslim, Selâm,
51).
Yine Hz. Âîşe validemizden rivâyet edildiğine göre bir
kimse hastalandığı zaman Resulullah (s.a.s) onu sağl
eliyle mesh ederek şöyle derdi: "Ey insanların Rabbi!
Şu hastalığı gider, şifa ver. Ancak sen şifa
vericisin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Bu
hastaya öyle bir şifa ver ki, onun üzerinde hiç bir hastalık
izi kalmasın" (Müslim, Selâm, 46).
Ancak dert, sıkıntı, keder ve hastalıklardan
kurtulmak için okuyup Allah'a dua etmek ayrı şey, büyü, efsun
ve üfürükçülük ayrı şeydir. Bunlar birbiriyle
karıştırılmamalıdır. Büyü, efsun ve
üfürükçülük gibi batıl şeyler dinimizde kesin olarak
yasaklanmıştır.
Bir de dert ve hastalıklardan kurtulmak için okuyup dua etmek,
doktora gidip tedavi olmaya engel değildir. Dinimiz bunu da
emretmiştir.