Fıkıh | Konular

Tekfir


Bir müslümanı veya müslüman kabul edilen bir kimseyi küfre
nisbet etmek; küfre girdiğini söylemek.


Küfür içerisinde olan bir kişi bu durumdan kurtulup müslüman
olabileceği gibi; müslüman olan bir kişi de dinden dönerek
küfre girebilir. Ancak müslüman olan bir kimsenin hangi durumlarda
küfre girebileceği; küfür ile iman arasındaki
sınırın tayini tarih boyunca mezhepler arasında
ihtilaf konusu olmuştur. Hatta bir mezhebe bağlı âlimler
bile bazen farklı görüşler ileri sürebilmektedir. Bu
konudaki tartışma, Haricîlerin ortaya çıkışıyla,
yani Hz. Ali'nin döneminden günümüze kadar devam ede gelmektedir.


Hz. Ali ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığın
çözüme kavuşturulması için hakeme gidilmesini isteyen,
sonra hakem olayının arzu edilen şekilde sonuçlanmaması
üzerine daha önce Hz. Ali ordusunda bulunan, hatta hakemi kabul etmesi
için ısrarda bulunanlardan bir gurup
başkaldırmış ve Hz. Ali'yi, Allah'ın hükmünü
bırakarak beşerin hükmüne başvurmakla itham etmiş
ve Hz. Ali ile hâlâ ona taraftarlık yapanların küfre
girdiklerini ileri sürmüşlerdi. Haricî olarak adlandırılan
bu gurubun bu davranışlarıyla İslâm tarihinde
tekfir meselesi gündeme gelmiş, bilahare çeşitli nedenlerle
bazen haklı ve bazen haksız olarak tekfir daima müslümanların
gündemini işgal etmeye devam etmiştir .


Bu şekilde davranmaları onların sert mizaçlı, müsamahasız
ve nassların anlattığı incelikleri anlamaktan uzak
kimseler olduklarını ortaya koymaktadır .


Amel-iman ilişkisine dair belli başlı mezheplerin görüşlerini
şu şekilde özetlemek mümkündür:


a) Haricîler


Değişik fırkalara bölünmüş olan Haricîler,
büyük günah işleyen ve tövbe etmeden ölen kişinin ebedî
olarak cehennemde kalacağına dair ittifak etmişlerdir.
Ancak böyle bir günah işleyen kimse, müşrik anlamında
bir kâfir midir, değil midir? Bu konuda aralarında ihtilaf
vardır. Bazılarına göre ise, mümin değildir ama
muvahhiddir. Küfre girmiştir ama onun küfrü, küfran-ı
nimet kabılinden bir küfürdür. Tövbe etmeden öldüğü
takdirde cehennemde ebedî olarak kalacaktır.


Haricîler, büyük günah işleyen kimseyi tekfir ederken,
şeytanın, Hz. Âdem'e secde etmemesinden dolayı küfre
girdiğini bildiren şu ayeti delil olarak zikrederler;
"Bir zamanlar biz, meleklere (ve cinlere); "Adem'e secde
ediniz " dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O, yüz
çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu"
(el-Bakara, 2/34). Onlara göre şeytan Allah'a itaatkâr ve O'nu
bilen biriydi. Hz. Âdem'e secde etmekten kaçınarak büyük günah
işlemiştir. Bu nedenle kâfir olarak lanetlenmiş ve
cehennemde ebedî olarak kalacağına hükmolunmuştur
(Şehristânî, Nihayetu'l-İkdam fî İlmi'l-Kelâm, Bağdat
t.y 471).


Böylece onlara göre her büyük günah işleyen kişi,
Allah'a başkaldırma ve O'na isyan etme kasdıyla günah işlemektedir
ve bu nedenle de imandan çıkmış küfre girmiştir.


b) Mutezile


Onlara göre müslüman iken büyük günah işleyen kimse tekfir
edilemez ama bu kimse mümin de değildir. İki makam
arasında bir yerdedir ve bulunduğu mertebe fısk olarak
adlandırılır. Tövbe etmeden öldüğü takdirde
ebedî olarak cehennemde kalacaktır.


Mümin, övgüye lâyık bir kimsedir. Oysa büyük günah işleyen
kişi, Kur'an'da kötülenmekte ve aşağılanmaktadır.
Bu durumda olan kişi kâfir de değildir (Kadî Abdulcebbar,
Şerhu Usûli'l-Hamse, Kahire, 1965, 712).


Bu konuda delil olarak ileri sürdükleri âyetler: "Mümin olan
hiç fasık gibi olur mu? Onlar elbette bir olamazlar" (Secde,
32/18).


"Hayır, her kim bir kötülük işler de onun kötülüğü
kendisini çepeçevre kuşatırsa işte o kimseler
cehennemliktir. Onlar orada devamlı kalırlar" (el-Bakara,
2/81).


"Kim bir mümini kasten öldürürse cezası ebedî kalmak
üzere cehennemdir" (en-Nisâ, 4/93).


Mutezile, bu ve benzeri ayetlere dayanarak büyük günah işleyenin
mümin olmaktan çıktığı ve fasık
olduğunu, cehennemde de ebedî olarak kalacağını
iddia etmektedir.


Hadislerden getirdikleri deliller ise; "Emanete riayet etmeyen
kimsenin imanı yoktur" hadisiyle benzeri hadislerdir (bk
Taftazânî, Şerhu'l-Akaid, çev: S. Uludağ, İstanbul
1980, 265).


Mutezile'nin görüşleri şöylece özetlenebilir: Kişi,
ya hep günah işleyen biridir veya hep iyilik. Yahut iyiliğin
yanında kötülük de işlemektedir. Sadece iyilik
işliyorsa mümindir ve kurtuluşa ermiştir. Sırf kötülük
işliyorsa, o zaman taatı yok demektir ve kâfirdir. Ama hem
iyilik ve hem de kötülük işliyorsa, böyle bir kimsenin
iyilikleriyle kötülüklerinin eşit olması düşünülemez.
Ya iyiliği, yani taatı fazladır veya kötülüğü,
yani günahı fazladır. Hangisi fazla ise, kişi ona nisbet
edilir. iyiliği fazla olan kurtuluşa erer, kötülüğü
fazla olan ise küfre nisbet edilir ve amellerinin boşa
gittiğine hükmolunur (Kadî Abdulcebbar, a.g.e., 624).


c) Mürcie


Haricîlerin aksine, tekfir konusunda fırkalar arasında en
yumuşak davranan fırka Mürcie'dir. Onlara göre amelin iman
üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. İman, Allah ve Resulunu
bilmektir. Küfür ise, onlar hakkında herhangi bir bilgiye sahip
olmamaktır (Eş'arî, Makalâtu'l-İslâmiyyîn, Wıesbaden
1980, 132). Büyük günah işlemenin de ona bir yararı yoktur.


d) Ehl-i Sünnet


İnsanı günah işlemeye sürükleyen birtakım
etkenler vardır. Günah işlemenin sebebi, küfür olabileceği
gibi hevâ ve şehevî arzular da olabilir. Kişi, şehevî
arzularını tatmin için günah işler.
İşlediği günah büyük de olabilir. Bu nedenle Ehl-i
Sünnet, günah işlemiş olmasından dolayı
kişiyi tekfir etmez. Ama sırf Allah'ın emirlerine
karşı gelmek için günah işliyorsa, elbette ki böyle
biri mümin değil, kâfirdir.


Bununla birlikte amelin iman ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını
söylemek mümkün değildir. Selef, kalp ile tasdik ve dil ile
ikrarı imanın temel direği, taatleri (Allah'ın
emirlerini yerine getirme ve yasaklarından sakınmayı) da
dalları olarak değerlendirmişlerdir. iman ağacı
ancak temel direk ve dallardan meydana gelir. Hiç dalı bulunmayan
bir ağaç düşünülemeyeceği gibi, birkaç dalı
eksik olan ağaç da ağaç olmaktan çıkmaz. Eksik bir
ağaçtır sadece. Selef, iman eksilir ve artar derken dallar
mesabesinde olan taatlerin eksilip artabileceğini kastederler. Böylece
taatleri de imandan sayarlar. Yani amel imanın bir cüz'üdür.
Ancak bu cüz'den bir şeylerin eksilmesiyle iman ortadan kalkmaz.
imam Eş'arî (ö. 324/936) Ehl-i Sünnet âlimlerinin, imanın
eksilme ve artmayı kabul ettiği görüşünde oldukları
belirtir (Risaletu Ehli's-Sağr, Mısır-1987, 93;
Ayrıca bk. Enfal, 8/2; Tevbe, 9/124; Fetih, 48/4).


Kalp ile tasdik ve dil ile ikrar kişiyi küfürden çıkarıp
iman dairesine sokar. Buradaki iman, küfrün karşıtı
olan imandır, kâmil bir iman değildir. Kâmil iman, Allah'ın
emirlerine riayet ve yasaklarından sakınmakla gerçekleşir.
Küfür nasıl kademe kademe ise, iman da öyledir. Her ne kadar bu
derecelerin tamamı tek isim altında; iman ismi altında
toplanıyorsa da dereceler birbirlerinden farklıdır.


Günah işleyen kimsenin küfre girmeyeceği ayetlerle de
sabittir. Adam öldürmek büyük günahlardandır. Bununla birlikte
yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler, adam
öldürmek hadiselerinde üzerinize kısas farz
kılındı" (el-Bakara, 2/178). Ayetin devamında
da şöyle buyurulmaktadır: Ancak kim kardeşi
tarafından affedilirse, o zaman kısas düşer." Görüldüğü
gibi ayet katili, öldürülenin velisinin kardeşi olarak
nitelemektedir ki, buradaki kardeşlik ile iman
kardeşliğinin kastedildiği apaçıktır. Yüce
Allah, yine şöyle buyurmaktadır:


Müminlerden iki gurup birbirleriyle savaşırlarsa,
aralarını bulunuz" (Hucurat, 49/9). Bu ayette de,
birbirleriyle savaşan iki gurubu da mümin olarak nitelemektedir.


Ehl-i Kıbleden olup da büyük günah işledikleri kesin
olarak bilinen kimselerin tövbe etmeden ölmeleri halinde cenaze
namazlarının kılınacağı, onlar için dua
edilerek affedilmelerinin istenebileceği konusunda, Peygamber
(s.a.s)'in asrından çağımıza kadar olan zaman içinde
ümmet'in kesintisiz icmaı vardır. Halbuki bu gibi
şeylerin müminden başkası için caiz olmadığı
meselesinde ümmet yine ittifak halindedir (Taftazânî, a.g.e., 264).


Ehl-i Sünnet, Mutezile tarafından delil olarak ileri sürülen
ayetlerde kastedilenlerin, mümin oldukları halde o günahları
işleyen ve böylece küfre girenler olmayıp daha önce de
kâfir olanlar olduklarını söylemektedir.


Tekfire sebep olan hususlar:


Allah'ın varlığını inkâr etmek,
Ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde O'na ortak koşmak, Kur'an'da
zikredilen isim ve sıfatlarını inkâr etmek insanı küfre
düşürür. Mutezile ve müteahhir Ehl-i Sünnet kelamcılarının,
bazı sıfatları te'vil etmeleri her ne kadar
sağlıklı bir yol değilse de küfre sebep değildir.
Allah'a, sıfatlarının zıddını isnad etmek,
meselâ âciz olduğunu söylemek ya da eksiklik ifade eden sıfatlarla
O'nu nitelemek, eşyaya hulûl ettiğini iddia etmek yine küfürdür.


Peygamber ve peygamberlik müessesesi konusunda küfre götüren
hususların belli başlı olanları ise
şunlardır: Peygamberlik müessesesini inkâr etmek, Kur'an'da
ismi geçen peygamberlerden birini veya bazısını inkâr
etmek, peygamberlerden birine uluhiyet isnad etmek, peygamberleri veya
onlardan birini tahkir ederek onlarla alay etmek, evliyanın
peygamberlerden üstün olduklarını iddia etmek küfürdür.


Kur'an-ı Kerim'in tamamını veya bir
kısmını inkâr etmek, Kur'an'da zikredilen şeylerin
varlığına inanmak, Kur'an'dan olmayan bir şeyi
Kur'an'a ilave etmek veya Kur'an'ın mahluk olup
olmadığı meselesi Ehl-i Sünnet ve Mutelize arasında
tartışma konusu olmuş ve bundan dolayı taraflardan
bazıları birbirlerini tekfir etmiş iseler de böyle bir
meseleden dolayı tekfir doğru değildir.


Allah'ın indirdiğinden başkasını ona üstün
tutan ya da başka bir düzeni benimseyen, İslâmî emir ve
hükümlerinin devrinin geçtiğini savunan kişinin küfre
girdiğinde şüphe yoktur. Ehl-i Sünnet'in mutemet kaynaklarından
biri olarak kabul edilen "Şerhu'l-Akaidi't-Tahaviyye"
isimli eserde hükümle ilgili olarak şöyle denilmektedir:
İster yönetici olsun ister idare edilen halktan herhangi biri
olsun her kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmenin gerekli olmadığını,
kişilerin onları uygulayıp uygulamamakta serbest
olduklarını iddia eder ya da bu konudaki Allah'ın
emirlerini küçümseyecek olursa yine küfre girmiş olur. Ama
Allah'ın emirlerinin üstünlüğüne ve bu hükümlere uymadığı
takdirde ahirette cezaya çarptırılacağına
inandığı halde bu emirlere muhalefet ediyorsa küfre
girmez (İbnu Ebi'l-İzz el-Hanefî, Şerhu'l-Akideti't- Tahâviyye,
Beyrut 1988, 323-324).




Konular