Tekfir mes'elesi
Fıkıh kitaplarımızın "Elfâz-i
Küfür" başlığı altında verdikleri ve çok
basit fiilleri dahi küfür sayan ifadelerle; "bir kimsenin doksan
dokuz işi kâfirce, biri müslümanca olsa onu yine müslüman saymalıyız"
kanaatini nasıl bağdaştıracağız? Bir kimseyi
kâfir sayabilmemiz için ne yapmış olması gerekir?
Bir çok yönü olan ve pek çok izahlar gerektiren bu meselenin bazı
yönlerini belirtip, bir-iki ölçü vermeye çalışacağız:
Öncelikle insan için en büyük olayın ve varlığın
"iman" en korkunç şeyin de
"imansızlık" olduğunu bilmek gerekir. "Bir
kişinin imanına vesile olabilmek, insan,için üzerine Güneşin
doğup battığı her şeyden daha
hayırlıdır" buyurulmuştur. Müslümanlar,
olabildiğince çok kişinin iman nimetine
kavuşmasını ve küfür karanlıklarından
kurtulmasını arzu ederler. Esasen o bunun için yaşar,
bunun için yaşamalıdır.
"Her günahta küfre açılan bir kapı vardır"
denmiştir. Küfür ise insanın bütün iyi amellerini
götürür. Bu kadar korkunç bir uçuruma düsülmemesi için
âlimlerimiz âdeta titremişler ve küfre açılan her
kapıyi küfür diyerek kapamak istemişlerdir. "Elfâz-i
küfür" denilen sözlerin çoğu bununla beraber aynı
zamanda "uluhiyyet" dairesine tecavüz sayılabilecek
anlamlar taşırlar. Meselâ: Ben onunla Cennet'e dahi
girmem" ifadesinde dolaylı olarak Allah'ı reddetme
anlamı vardır. Eğer o Cennet'e girerse, onu oraya koyacak
olan Allah'tır ve yaptığını bilerek
yapmıştır (Alîm'dir), yaptığı yerli
yerindedir (Hakîm'dir). Bu sözü söyleyen adam sanki: "Bu,
Cennet'e girmeye layık değildir, oraya konulursa isabetsizlik
yapılmış olur" demiş gibidir. Bu da Allah'â hata
nisbet etmektir ki küfürdür. Bu söz de dolayısı ile küfür
olmuş olur. Ancak -Allah'u a'lem- bunu şöyle anlamak gerekir:
Bu söz, dolaylı olarak ifade ettiği mânâ ile küfür anlamı
taşır. O dolaylı mânâyı ancak kâfirler öyle düşünebilirler.
Müslüman öyle düşünemez, düşünmemelidir. Yoksa; "Bu
sözü söyleyen hüküm bakımından kâfir olmuştur. Yani,
bütün amelleri boşa gitmiştir, karısı boş
olmuştur, katli gerekmiştir, mirastan mahrum olmuştur...
vb." demek doğru değildir. Belki; "Böyle tehlikeli
bir zemine götürecek bir adım atmıştır, Islâm bağına
küfür ormanının dikenini dikmiştir. Derhal tevbe etmeli
ve papatyaları kurutacak bu dikeni oradan söküp atmalıdır
biçiminde anlamalıdır. Bu ifadenin sahibi bununla bizzat küfrü
(Allah'ı kabullenmemeyi) kastetmiş olmadıkça kâfir sayılmaz
(Karafi, el-Furuk, IV/295). "Elfaz-i küfür" denilen bu
sözlerin pek çoğu ile de "küfür" fetvası verilemez
denilmiştir.( Tekmiletül-Furuk, 22)
Diğer söze gelince: Halk arasında böyle söyleniyorsa bu
yanlıştır. Çünkü "yüz amelinden birisi
müslümanca olmayan" hiç kimse düşünülemez. En katmerli
kâfirlerde bile, merhamet, cömertlik, iyilik severlik, büyüge saygı...
vb. müslümanca bir davranış mutlaka bulunur. Bu takdirde
kimseye kâfir denilememesi gerekir. Oysa bu söylentinin aslı
şudur: "Bir kimsenin küfür mü, değil mi, diye tereddüt
edilen bir işi, ya da sözü, doksan dokuz ihtimalle küfre yorulsa
(hamledilse), bir ihtimalle de imana hamletme imkânı bulunsa biz onu
imana hamleder ve o iş ya da sözüyle ona kâfir denilemeyeceğini
söyleriz." Bu gerçeği Ö.N. Bilmen merhum şöyle anlatır:
"Herhangi bir müslümanın sözünü güzel bir vecihle tefsir
ve tevil kâbil oldukça fena bir cihete hamletmek, ona göre fetva vermek
câiz değildir. Hatta bir hususta küfrü müstelzim (gerektiren) bir
çok vecihler bulunduğu halde küfre münafi (zıt) yalnız
bir vecih bulunsa, bu bir veche göre fetva verilmesi muvafık olur.
Hakikat-i halin (işin gerçeğinin) neden ibaret olduğu ise
ilm-i ilahîye havale olunur.(Bilmen, IV/8 (ed-Durru'1-Muhtâr, Hindiye ve
Kâdihândan))
Yoksa Islâm'dan olduğu açıkça (bedihî olarak) bilinen bir
esası inkâr eden birisi, yüz işinin doksandokuzu müslümanca
olsa dahi maalesef, kâfirdir.
"Müslümanın her fiili müslümanca olmayabilir. Müslüman
kâfire ait fiiller de işleyebilir. Kâfirin de her fiili kâfirce
olmayabilir. Onda da müslümana ait meziyetler bulunabilir" mealinde
bir söz vardır. Fıkıh, ya da akâid kitaplarında
zikredilen "Elfaz-i küfür" (küfür sözler)'in anlaşılmasına
bu söz de yardımcı olur. Yani bu sözler kâfire ait
fiillerdendir. Bunu müslüman yaparsa, kâfire ait bir vasfı
üzerinde taşımış olur. Ama sırf bununla zahiren
onun kâfir olduğuna hükmedilemez. Içini ise ancak Allah bilir. Tıpkı:
"Münafıkın alameti üçtür: Konuştugunda yalan söyler,
vadettiğinde cayar, emanet edildiğinde hiyanet eder"
hadis-i şerifinde olduğu gibi. Yalan, hulf ve hiyanet münafık
işidir. Ama bir müslüman bunları sırf yapmakla münafik
olmuş olmaz, bir münafik işi yapmış olur. Bu konuda
Ibn Nüceym der ki: Küfür sözlerin çoğu ihtilâflıdır.
Böyle ihtilafli sözlerle insanlar tekfir edilemez. Ben böyle bir fetva
vermemeye kesin kararlıyım".(Ibn Abidîn, NI/285 (Amira))
Bizim ilk imamlarımızın koyduğu ölçü şudur:
"Kişiyi imandan çıkaran şeyler ancak onu imana sokan
şeyleri inkâr etmektir." Ibn Âbidîn
"Câmiul-Fusûleyn"de bunun bir ölçü olarak kaydedildiğini
söyler.(agk) Ayrıca: "Müslümandan küfür ithamini kaldıran
her söz, zayıf olsa bile tercihe daha layıktır".(Ibn
Abidîn, Resmü'l-Müfti, 34)
Mes'elenin fıkıh usulü kitaplarımızı
ilgilendiren yönü de vardır. Meselâ farzları inkâr etmenin
küfr olduğu söylenir ama hemen şu ölçüye dikkat çekilir:
"Farzların bedihi (apaçık) olanları vardır ki,
bunları her kim inkâr ederse kâfir olur. Iman, namaz, hac,
zekât... gibi. Buna göre meselâ, namaz, dua demektir, böyle yatıp
kalkmak diye bir şey yoktur diye te'vil eden dahi kâfir olur. Ya da
meselâ, erkek kardeşim babamın mirasından iki alırken
ben bir almayı kabul etmem; böyle şey olmaz diyen kadın kâfir
olur. Çünkü bu bedihidir. Ama arkada kızını ve
oğlunun kızını bırakan varisin kızı
mirasın yarısını değil de tamamını
istese ve diğerinin hakkını reddetse kâfir olmaz. Çünkü
bu bedihi değildir. Bunu çoğu hocalar bile bilemezler. Böyle
bedihi olmayan farzları inkâr eden te'vil ederek inkâr ediyorsa
kâfir olmaz. Kesin delillerle sabit olmuş böyle bir farzı
tutarsız te'villerle dahi te'vil eden ve farzıyetini kabul
etmeyen kâfir olmaz, fasık olur (Mevlana Muhammed Emin el-Lüknevî,
Kamerul-Ekmâr, I/293). Ayrıca bir de ictihâdi farzlar vardır.
Meselâ Hanefilere göre erkeğin diz kapağı ile göbeği
arasını kapatması, gusülde ağzına-burnuna su
vermesi farzdır. Birincisi Malıkî, diğeri Şafiî
mezhebinde farz değildir. Bunlardan birisini benimseyenin,
diğerinin farz dediğini inkâr etmesi küfür de değildir,
fisk da değildir. Bunun gibi, zannî delillerle sabit olan vacipleri
(amelî farzları) zannî oldukları için inkâr edenler de
kâfir olmazlar. Meselâ, kurban kesme hakkında dalaleti kesin bir
delil yoktur, onun için ben kurban diye bir şey kabul etmiyorum ve
kesmiyorum, diyen birisi kâfir olmaz, ama fasık olur. Ancak bunu böyle
değil de, "kurban kesme, caniyâne bir şey. Ben öyle bir
ibadet kabul etmiyorum" diye delilinin zanîliğine
bakmaksızın küçümsemek küfürdür.
Bir de İslam'ın duyurulmadığı bir ülkede
herhangi bir farzı bilmediği için reddeden, ama Islâm'dan olduğu
söylendiğinde kabul eden birisi de (Allah'u-a'lem) kâfir olmaz.
Hatta İslam'ın duyurulmuş olduğu yerlerde bile bedihî
(apaçık) olmayan farzlar için de aynı şey söylenebilir.
Görüldüğü gibi, küçük bir söz ya da fiilden dolayı müslümanları
tekfir etmek, müslümanca bir davranış değildir. Rasulüllah
(sav) hiç böyle yapmamıştır. Ashabı arasına
giren ve kimliklerini tanıdığı münafıkları
dahi ifşa etmemiştir. Onun ashabı, tabiîn ve tebe-i
tabiîn de tekfirden siddetle kaçınmışlardır. Bu
işi daha çok H. 8. asırdan sonra, yaygın bir hastalık
haline gelmiştir.(Cemaleddin Kâsimî, el-Cerh vet-Tâdil, 39 vd.)
Imam Ebu Hanife oğlu Hammâd'ı itikadî konuları
tartışmaktan yasaklarken, oğlunun, kendisinin de
konuştuğunu hatırlatması üzerine: "Biz tartışırken,
aman karşı tarafı küfre nispet ederiz endişesiyle,
kafamızda kuş varmış da uçacakmış gibi
konuşuyoruz, oysa siz, pervasız davranıyorsunuz"
cevabını vermiştir.
Aliyyu'1-Kâri der ki: "Bid'at ehlinin kötü taraflarından
biri, birbirlerini tekfir etmeleridir. Ehli sünnetin güzel yönlerinden
biri ise tekfir etmeyip, hatalı saymalarıdır".(Serhii
1-Fıkhı 1-Ekber, 243) Onun için ehli sünnet olarak bizler
itikaden bozuk mezhepleri bile kâfir değil, batıl mezhepler
olarak vasıflandırırız. Bu yüzden: "Bir kâfiri
müslüman sanmakla yapılacak hata, bir müslümanı kâfir
saymakla yapılacak hatadan çok daha hafiftir" denmiştir.
Böyle hassas ve tehlikeli bir konuda Rasûlullah'ın şu öğütlerini
göz önünde bulundurmak gerekir: "Bir mü'mini küfr ile itham eden
onu öldürmüş gibi olur" (Buharî, Iman 7; Tirmizî, Iman 16)
"Bir kimse müslüman kardeşini tekfir ederse, küfür
ikisinden biri üzerine döner."(Müslim, Iman 26; Müsned, N/142)
"Her hangi bir müslüman diğer bir müslümanı tekfir
ettiğinde o kâfirse kâfirdir, değilse kendisi kâfir
olur."(Ebu Davûd, Sünnet 15)