Lafiz
Kur'ân-ı Kerîm'de lafzın sözlük anlamı şöyle
ifade edilir: "Hatırla ki insanın hem sağlında,
hem solunda oturan onun amellerini tesbit etmekte olan iki de melek
vardır. O bir söz atmaya dursun, mutlaka yanında hazır bir
gözcü vardır" (Kâf, 50/17-18).
Kur'an ve Sünnet'ten hüküm çıkarma metotları ikiye
ayrılır. 1. Mânevî metotlar: Bunlar kıyas, istihsan,
maslahat ve zerâyi gibi sözlük niteliğinde olmayan delillerden hüküm
çıkarma yollarıdır. 2. Lafzi metotlar. Âyet ve hadislerin
lafızlarını, bunların delâlet ettiği umum,
husus, mutlak, mukayyed, emir, nehiy gibi özelliklerini, lafızlardan
anlaşılan şey, ibare ile midir, yoksa işaret yoluyla
mıdır? Bütün bunlar lafzî hüküm çıkarma
metotlarının esasını teşkil eder. Usûl
bilginleri bu metotları "Lafza ilişkin Konular"
başlığı altında incelemişlerdir.
Islâmî nasslar arapça olduğu için, âyet ve Hadislerden
hüküm çıkarabilmek için, Arapçayı incelikleriyle bilmek
gerekir. Bu, Kur'an ve sünneti sözlük bakımından
anlamayı sağlar. Ancak Hz. Peygamber'in, Kur'an hükümlerini
açıklamak için koymuş olduğu usûl ve nassların hükümlerini
açıklayan Sünnet'in toplamını bilmek de, Kur'an
lafızlarını şeriat çerçevesinde anlaşılır
hale getirir.
Bu metot mantık ilminde de başvurulan bir yoldur. Nitekim
Aristo, mantık ilmini tedvin ederken burhan ve şekillerine,
burhanın doğru olması için lafızları tesbite
önem vermiştir. Tasavvur, tasdik, tarif, had ve burhanın
anlamı üzerinde durmuş, sonra kıyas ve şekillerini
ele almıştır ki, bütün bunlar lafza ilişkin
metotlardır. Çünkü maksatları tesbit, daima
lafızları ve bunların delâlet sınırlarını
tayıne bağlıdır.
Islâm hukuk usûlünün üzerinde durduğu lafza ilişkin
kurallar, şu dört hususa yönelir:
1. Açıklık ve maksada delâlet kuvveti bakımından
lafızlar, açık ve kapalı olmak üzere ikiye ayrılır.
Anlamı açık lafızlar; açık anlamlıdan en açık
anlamlısına doğru zâhir, nass, müfesser ve muhkem çeşitlerine
ayrılır. Zâhir, delâlet kuvveti bakımından en
aşağı derecede olup, manasının
anlaşılması için, dış bir karîneye ihtiyaç
duyurmayacak şekilde bu mânaya açık olarak delâlet eden,
fakat te'vil ve tahsis ihtimalıne açık bulunan ve kendisinden
çıkarılan hüküm, sevk sebebi olmayan lafızlardır.
"Allah alış-verişi helâl, ribayı ise haram
kılmıştır" (el-Bakara, 2/275) âyetinin sevk
sebebi faizle, alış-veriş arasında fark
bulunduğunu belirtmektir. Yoksa, alış-verişin hükmünü
bildirmek değildir. Çünkü alış-verişle ilgili hükümleri
belirleyen başka âyet ve hadisler vardır.
Nass; anlamı açık olarak anlaşılan,kendisinden
çıkarılan hüküm, sözün asıl sevk sebebini
teşkil eden, bununla birlikte te'vil ve tahsis ihtimalıne de açık
bulunan lâfızdır. Yukarıdaki âyette, alış-verişle
ribanın farklı muameleler olduğunun bildirilmesi ve
âyetin sevk sebebinin bu olması lâfzın nass oluşunun
niteliklerindendir.
Müfesser; hükme açık bir şekilde delâlet eden, te'vil
ve tahsis ihtimalıne kapalı bulunan lafızdır. Namaz,
oruç, hac gibi mücmel lafızlar ilgili âyet ve hadislerle açıklığa
kavuşturulunca "müfesser" hale gelir. Çünkü bu
terimlerin sözlük anlamından, ibadetin yapılış
şekillerini, bütününü anlamak mümkün olmaz.
Muhkem; hükme delâleti açık olan, te'vil, tahsis ve nesha
ihtimalı bulunmayan lafızdır. Hz. Peygamberin,
"Cihâd kıyamete kadar devanı edecektir" (Ebu Dâvud,
Cihâd, 33) hadisi bu niteliktedir (bk. Muhammed Ebû Zehra, Usulül-Fıkh,
y.y., 1377/1958, s. 116 vd.; Zekiyüddin Şa'ban, Islâm Hukuk
Ilminin Esasları, Terc, Ibrahim Kafi Dönmez, Ankara 1990, s.313
vd).
Anlamı kapalı olan lafızlar; hafi, müşkil, mücmel
ve müteşabih olmak üzere dört tanedir.
Hafi; kapsamında bir çok fert bulunup da, dış bir
engelden dolayı bu fertlerden bir bölümüne delâleti kapalı
bulunan ve bu kapalılığı gidermek için inceleme ve
ictihada ihtiyaç olan lafızdır. Meselâ; Kur'an'daki hırsızlık
cezasının (el-Mâide, 5/38) yankesiciyi (tarrâr) ve kefen
soyucuya (nebbâş)da kapsayıp kapsamadığı
konusunda kapalılık vardır.
Müşkil; bizzat lafzında bulunan bir sebepten veya
başka bir nassla çatışmasından dolayı
anlamı kapalı olan bir ifadedir. Birden fazla anlamı
bulunan müşterek lafızlar bu niteliktedir. Ayn sözcüğünün;
göz, pınar ve casus vb. anlamlara gelmesi gibi.
Mücmel; sözün sahibi tarafından anlamı açıklanmaksızın
ne kastedildiği anlaşılamayan sözcüktür. Namaz, oruç,
hac sözcükleri böyledir.
Müteşâbih; anlamı kapalı olan,
anlaşılması için akılca bir yol bulunamayan, Kitap
ve Sünnet'te tefsirine rastlanılmayan ve anlamı Allah'a havâle
edilen nasstır. Müteşâbih, ancak hüküm âyet ve hadisleri
dışındaki nasslarda söz konusu olur. Bazı Kur'an sûrelerinin
başında bulunan "Hâmîm", "Ayın, Sîn,
Kâf" "Yâsîn" gibi harflerle, yüce Allah'a izafe
edilen "el", "yüz", "göz" gibi sıfatlar
bu niteliktedir (bk. el-Feth, 48/10; Hûd, 11/37; er-Rahmân, 55/27;
el-Fecr, 89/22).
2. Lafızların delâlet yoldan: Bu delâlet yolları dört
tanedir: a) Ibarenin delâleti; bu, lafızdan anlaşılan
anlamdır. "Necis olan putlardan kaçının ve yalan sözlerden
çekinin" (el-Hacc, 22/30) âyetinden, putlara tapmanın ve
yalancı şahitlik yapmanın
yasaklandığının açıkça anlaşılması
bu niteliktedir. b) Nassın işareti; bu, lafzın
ibareşinin dışında delâlet ettiği
anlamdır. "Onların işleri, aralarında şûrâ
(danışma) iledir" (eş-Şûrâ, 42/38) âyeti, işaret
yoluyla Islâm devletinde üst otoriteyi kontrol edecek ve devlet işlerini
düzenlemede ona katılacak bir topluluğu seçip iş
başına getirmenin Islâm toplumuna yükletildiğine delâlet
etmektedir. c) Nassın delâleti; nassın delâlet ettiği hüküm,
başka bir olayı da öncelikle kapsamına alıyorsa
buna nassın delâleti, delâlet-i evlâ, mefhûm-ı muvâfakat
veya celî kıyas gibi adlar verilir. Meselâ "Ana-babaya öf
bile deme" (el-Isrâ, 17/23) âyetine göre, "öf" bile
demek haram olunca, onlara sövmek veya vurmak gibi daha ağır
hakaret ve eziyet sayılan davranışlar öncelikle haram
olur. d) Iktizanın delâleti; bu, lafzın kendi anlamı
dışında başka bir anlamı ifade etmesi olup, bu
anlam hesaba katılmazsa, maksat doğru olarak
anlaşılmaz. Meselâ; "Ümmetimden yanılma, unutma ve
zor karşısında yaptıkları şeyler
affedilmiştir" (Ibn Mâce, Talâk, 16) hadisinde, yanılma
meydana gelmişse, affedilen bu yanılmanın kendisi
değil, doğurduğu günahtır (bk. es-Serahsi, Usûl,
I, 237 vd.; Ebû Zehra, a.g.e., s. 139 vd., Zekiyüddin Şa'ban,
a.g.e., s. 333-349).
3. Lafızların kapsamı, umum husus, mutlak ve mukayyed
gibi delâlet sınırları ile ilgili şeyler de lafzî
konulardandır. Tek vaz' ile tek bir anlam ifade etmek üzere konmuş
bulunan ve belirli bir sayıyla sınırlı
olmaksızın bu anlamın kendisinde gerçekleştiği
bütün fertleri kapsayan lafza "âmm" veya "umum ifade
eden lafız" denir. Kim Ramazan ayına yetişirse, onda
oruç tutsun" (el-Bakara, 2/185) âyetindeki "kim (men)"
şart isim, Ramazan ayına yetişen tüm yükümlülerin
oruç tutması gerektiğini ifade eden âmm bir lafızdır.
Tek anlama özgü kılınan lafza "hâss" veya
"husus ifade eden lafız" denir. Meselâ; "Beş
vesaktan (bir ton) az olan üründe zekât yoktur" (Buhârî,
Zekât, 56; Müslim, Zekât, 1,3) hadisi beş vesaktan az olan
toprak ürünlerini kapsamına almadığı için
"hâss" bir sözcüktür.
Mutlak lafız, yalnız niteliğe delâlet eden lafız
olup, teklik, çokluk gibi bir kayda bağlı olmayan sözcüktür.
Mukayyed de bir kayda bağlanmış olan lafızdır.
"Murdar, ölmüş hayvan eti, kan ve domuz eti... size haram
kılındı" (el-Mâide, 5/3) âyetinde "kan"
mutlak bir sözcük iken, başka bir âyette, haram kılınanın
"akmış durumdaki kan" olduğunun belirtilmesi
(el-En'âm, 6/145) bu lafzı mukayyed hale getirmektedir.
4. Teklif sıygaları: Emir ve nehiy bu sıyganın
özelliklerini belirler. Emir; fiilin ileride yerine getirilmesi
talebine delâlet eden sözcüktür. "Namazı
kılınız, zekâtı veriniz" (el-Bakara, 2/43)
âyetindeki emir sıygaları gibi, Nehiy ise; fiilin
yapılmasını istemektir. Mallarınızı
aranızda haksız sebeplerle yemeyin" (el-Bakara, 2/188)
âyetindeki yasaklama gibi. Emir ve nehiy başka sıyga veya
üsluplarla da ifade edilmiş olabilir. Anneler çocuklarını
emzirirler" (el-Bakara, 2/185) âyetinde geniş zaman kipinin
"emzirsinler" anlamında istek bildirmesi ile,
Alış-verişi bırakın" (el-Cuma, 62/9)
âyetindeki emir sıygasının gerçekte nehiy ifade etmesi
buna örnek gösterilebilir.
Sonuç olarak, Islâm hukuk usûlünde lafzın nitelikleri ve ona
ilişkin önemli kullanım alanları kısaca
bunlardır. Âyet ve Hadislerden hüküm çıkarabilmek için
lafızların bu özelliklerini bilmek gerekir. Diğer yandan
terim niteliğindeki lafızları tanımak için Arap
dilini ve inceliklerini iyi bilmenin yanında fıkıh usulü
kaidelerini tanımak ve nasslar üzerinde uygulamak da gereklidır.