Fıkıh | Konular

Kur'an-i kerim'i herkesin anlayabilmesi meselesi

Son zamanlarda bazı insanlar Kur'an-ı Kerim'in bizIer
tarafından anlaşılamayacağını, Kur'an'la
ilgili meseleleri büyüklerimize sormamız gerekliğini, hatta
tefsircilerin dahi bunu anlamadığını, tefsirlerin
yakılması gerektiğini, meallerin hiç okunamayacağını
söylüyorlar, ne dersiniz?


Allah ve Resulü doğru söylüyor, onların dediğinin
aksini söyleyen yalan söylüyor, deriz ve Allah'ın
yardımı ile meseleyi şöyle açıklarız:


1. Öncelikle böyle söyleyen ve bunu savunan insanların hepsinde
art niyet aramamak gerekir. Bir kısmı Kur'an'ın
yanlış anlaşılacağı endişesinden, bir
kısmı meseleyi bilmediğinden, bir kısmı da
Islam'ın anlaşılacağı endişesinden bu hataya
düşmektedirler. Son ikisini bir grup sayarsak bir büyüğümüzün
şu beyanlarıyla aynı şeyi söylemiş oluruz:


"Kur'anı Hakîmin esrarı bilinmiyor, müfessirler
hakikatini anlamamışlar diye açıklanan fikrin iki yüzü
vardır ve onu söyleyenler iki taifedirler:


Birincisi hak ve tedkik ehlidir, derler ki;, Kur'an bitmez ve tükenmez
bir hazinedir. Binaenaleyh, anlaşıldığı
nasıl iddia edilebilir. Bundan maksadın ne olduğunu ileride
âçıklayacağız.


Ikinci taife ya akılsız bir dosttur, kaş yapayım
derken göz çıkarıyor veya şeytan akıllı bir düşmandır
ki, Islamî, hükümlere ve imanî hakikatlere karşı gelmek
istiyor.


2. Meselenin özüne geçmezden önce ikinci olarak şu
noktanında iyi bilinmesi gerekir ki, işin esası
kavranabilsin:


Tarih boyunca ifratlar tefritleri, tefritler ifratları ya da
ifratlar başka ifratları doğura gelmişlerdir.
Eğer herhangi bir fikrin iki ucu isabetle tespit edilebilirse, orta
noktasının Islam olduğuna hükmedilebilir. Buna göre
rahatlıkla denilebilir ki, tarihte ya da günümüzde bir takım
insanlar Kur'anı Kerim'i adeta bir beşer kelamı derecesine
indirmiş ve "Anlaşılmayacak nesi var? Işte
şu, şu ayetlerin bütün demek istedikleri şundan
ibarettir..." gibi bir ifrat göstermişlerdir. Oysa
Allah'ın sonsuzlugu gibi O'nun kelamının manaları da
sonsuzdur. Her geçen gün o manaları bizlere sürekli açıklayacağını
yine kendisi haber vermektedir. (Bk. K. Fussilet (41 ) 53; Kıyame
(75) 19) Ilimler geliştikçe Kur'anın manaları da sürekli
açılacak, ama hiç bitmeyecektir. Işte bu ifratı gösterenler
bunu kavrayamamış ve bir tefritin doğmasına zemin
hazırlamışlardır. Bunun doğru
olamıyacağını ve insanı tehlikeli noktalara götürdüğünü
gören tefritçiler de bu tehlikeli noktadan öyle bir kaçıs kaçmışlarlar
ki, saatin rakkası gibi orta yerde duramamış ve orta
noktaya aynı uzaklıktaki öbür uca kadar gitmişlerdir.
Kelamıyla da kâmil ve mükemmel olan Allah'ın, yani O'nun sözlerinin,
nakış olan insan tarafından hiç anlaşılamayacağını
söyleyerek Islâmi anlamsız ve anlaşılmaz göstermişlerdir.
Tefsircilerin dahi anlamadığı Kur'anı "büyüklerimiz"
denen zatlar nasıl anlayacaklardır? Ya da müfessirler de
büyüklerimiz değiller midir? Biz gönderilen gazete küpürlerinde
bir meslektaşımız meseleyi böyle vaz'ediyor ve Türkçe
bir tercümeden alınan ayet mealini, "Gazali'den naklen, Allah
Kur'anı Kerîm'de buyuruyor ki" gibi bir ifade garabetiyle
veriyor. Ne gariptir ki, aynı yazıda verilen fikri
delillendirmek için yine Türkçe bir tercümeden alınan pek çok
ayet meali zikrediliyor. Ifrat ve tefrit rakkası haline sokulan
meselenin orta noktasını bulmaya çalışacağız.


3. Bizlerin Kur'anı Kerimi anlayamayacağımız
iddiasını bizzat Kur'anı Kerim reddetmektedir:
"Kur'anı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin
üzerinde kilitleri mi var?" (K. Muhammed (47) 24) Bu hitap sadece
alimlere ve "büyüklerimize" yönlendirilmemiştir.
Herkesedir, hatta müşriklere ve kâfirleredir. Akıl ve zekâ
ayrı ayrı şeyler kabul edilirse "çoğu
akılsız" (K. Hucurat (49) 4)olan müşrik ve kâfirler
Kur'an'a çağrılır ve onu düşünüp anlayamayacağı
nasıl, söylenebilir?


"Andolsun biz Kur'anı zikir (öğüt, düşünme ve
hatırlama) için çok kolay kıldık. Hiç düşünen yok
mudur?" (K. Kamer (54) 17, 22, 32, 40.) ayeti kerimesi, her halde bir
hikmetten ötürü Kur'anda dört defa tekrar edilir. Usulu fıkıh
okumuş olanlar bunun da umuma hitap ettiğini
anlayacaklardır.


"Bak onlara âyetleri nasıl apaçık açıklıyoruz,
sonra da nasıl çevriliyorlar." (K. Mâide (5), 75) Allah'ın
ayetlerini apaçık kıldığı konusunda
Kur'an-ı Kerim'de otuzdan fazla ayet-i kerime vardır. (Bk.
M.Fuad Abdülbaki, el-Mu'cemul-Mufehres 141-147. )


4. Kur'anın en büyük muallimi ve tatbikatçisi olan Resulullah
Efendimiz de hem sözleriyle, hem fiili ile Kur'an'dan (teb'îz için olan
-dan ekine dikkat buyurulsun) herkesin anlaya bileceğini beyan
buyurmuştur. Veda Hutbesinde öyle ya da böyle, her mü'mine şu
duyuruyu yapmışlardır:


"Size iki şey bırakıyorum. Onlara tutunduğunuz
sürece sapmayacaksınız: Allah'ın Kitabı ve O'nun
Resulünün sünneti." (Ibnü'l-esîr, Câmiu'1-Usûl, I/186
(Muvatta'dan))


"Ileride kapkaranlık geceler gibi fitneler zuhur edecektir.
(Ravi diyor ki) Dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, onlardan kurtuluşun
yolu nedir? Buyurdular ki: Allahu Teala'nın Kitabına
sarılmakdır..." (Darimî, Fedâilûl-Kur'an, 1 ; Tirmizi,
Sevâbul-Kur'an l4)


Allah Resulünün elçileri gittikleri yerlerde muhatap oldukları
her türlü insana Islamı Kur'an ile anlattılar. Mesela
Habeşistana hicret eden Cafer b. Ebi Talib, oradakilerin "Islam
Nedir?" sorusunu Meryem Suresinin ilk ayetlerini okuyarak
cevapladı. Müslüman olacaklar ilk önce hep Kur'anla tanıştırıldı.
Ebu Zer, Kur'anı dinleyerek müslüman oldu, Tufeyl ed-Devsî,
Kur'anla tanışarak doğruyu buldu, Ömer'in kini ve bugzları
Kur'anla eridi... Hatta anlayışsız, hoyrat ve ilkel
insanlar olan bedeviler (arabîler) dahi Kur'anla muhatap kılınıyorlardı.
Oysa Kur'anı Kerimde onlar için şöyle buyuruluyordu:
"Bedeviler (çöl arapları) küfür ve münafıklıkta
daha katı, Allah'ın Resûlüne indirdiklerinin sınırını
tanımamaya daha müsaittirler...." (K. Tevbe (9) 97) Allah'ın
böyle vasıf landırdığı insanlar Kur'anı
Kerimden anlayabiliyor ve onunla yumuşuyorlarsa, diğer bütün
insanlar evveliyetle anlar ve etkilenebilirler.


5. Kur'an, bazı insanların kendisini
anlamayacağını söylemediği, Resûlullah'tan bu yönde
bir şey sadır olmadığı gibi, sahabe, tabiin, müctehit
imamlarımız ve müfessirler de böyle bir şey söylememişlerdir.
Onların söylemediği bir şeyi söylemek, eğer onlara
muhalif değilse, bir ictihattır ve ancak ehlinden kabul ediIir,
hele içtihat yapılamaz diyenlerin buna hiç hakkı yoktur.
Onlara muhalif ise ki konumuz öyledir, hiç dinlemez ve nazar-ı
itibara alınmaz. "Eskiden yok idi iş bu rivayet yeni çıktı".
Binaenaleyh, böyle bir fikir akımı Kur'ana karşı
gaflet ya da ihanet anlamı taşıyan tehlikeli bir
akımdır. Bu konuda haram ve mahzurlu olan şey
"Kur'anı kendi re'yine göre tefsir etmek" ve "Kur'an
hakkında mirâ, mesnetsiz tartışma" yapmaktır ki,
onun sınırlarını da açıklamaya çalışacağız.
Binaenaleyh, eşya ve hadislere müslümanca bakış Kur'anla
sağlanır, Islâmı şumüllü bir kavrayıs,
Kur'anla elde edilebilir.


6. Kur'an, Ezelî, Ebedî hakîm olan Allah'ın kelâmı
olması itibariyle o derecede eksiksiz ve o derece hakimânedir. Kendi
beyanı ile "apaçık, çok kolay" olması ile
birlikte, kolaylığı "sehli mümteni" türünden
bir kolaylıktır ve kelimelerin seçimi ve dizilişi, hatta
harflerinin dizilişi ile, matematikteki ihtimal hesapları
andırır tarzda namütenahi ve sonsuz manalara işaret eder.
Her harfin, her kelimenin ve her ayetin yeri itibariyle
baktığı o kadar çok yön, gözettiği o kadar çok
itibar olur ki, bunların bütününü beşer aklının
kavraması mümkün değildir. Ancak Kur'anın bu özelliği,
insanların o yönlerden birini ya da bir kaçını
kavramalarına mani de değildir. Usulüne uygun olarak anlaşılan
manalar doğrudur, Kur'andandır. Yanlış olan, bu ayetin
manası bundan ibarettir, diye düşünmek ve söylemektir.
"Kur'anı Hakim her asırdaki beşer
tabakalarının her birine, sanki sırf o tabakaya
bakıyor gibi hitap eder... Esas hedefi marifetullah olan
Kur'anın her cinse, her guruba uygun bir ders vermesi lâzımdır.
Oysa ders birdir. Öyle ise aynı derste tabakaların
bulunması gerekir. Derecelere göre her biri Kur'anın
perdelerinden bir perdeden ders payını alır.


Mesala: Ihlâs Sûresi'ni düşünelim. Pek çok tabaka olan avamın
bundan anlayabileceği şey, Cenab-ı Hak'kın; baba,
oğul, akran ve zevceden münezzeh olduğudur. Daha orta bir
seviye bundan, Isa (a.s)'ın, meleklerin ve doğan
varlıkların ilâh olamayacaklarını da anlar... Daha
ileri bir seviye ise bundan Allah'ın varlıklara karşı
doğma ve doğurmayı akla getirecek bütün ilişkilerden
beri bulunduğunu, ortak ve yardımcıdan uzak olduğunu
çıkarır... Daha yüksek bir seviye bu süreden Cenab-ı
Hak'kın, ezelî, ebedî, evvel ve âhir olduğunu, hiç bir
yönden ne zatının, ne sıfatlarının, ne de
fiillerinin benzeri, dengi, misli, misali olmadığını
anlar...( (Bedüizzaman, Sözler (Sözler Y. l987) 383 (Özetleyerek)))
Insanların ilimde ve marifetullahda dereceleri yükseldikçe
Kur'andan anladıkları manalar da artar.


"Ikinci bir misal: "Muhammed sizin erkeklerinizden birinin
Babası değildir." (K. Ahzâb (33) 40) ayeti kerimesi ile
ilgili olarak ilk seviyedeki insanlar bundan; Resulullah'ın, ona
peygamberliği yönünden "çocuğum" dediğini,
binaenaleyh, Zeyd'in kendine denk görmediği için boşadığı
zevcesini Allah'ın emriyle almakla çocuğunun
karısını almış olmayacağını
anlarlar... Ikinci seviyedeki insanlar, bundan; Bir büyük amir
raiyyesine bir baba şefkati ile bakar. Bu amir bir de bir zahir ve
batın nihanî lider olursa o zaman babadan yüz defa daha
şefkatli olur. Böylece a raiyyenin ana-baba olarak bakması O'nu
koca olarak görmelerine, kadınlara da onun kızı olarak
bakmaları, zevce olarak bakmalarına kolayca dönüşemediğinden,
Kur'an der ki; Peygamber (a.s) siz ilahi rahmetin tecellesi olarak,
peygamberlik adına baba şefkati gösterir ama şahsı
itibariyle babanız değildir ki, sizden olan kadınlara zevce
olması münasip düşmesin... diye bir mana çıkarırlar.
Üçüncü seviyedeki insanlar ise şunu anlayabilirler: Peygambere
intisap edip, onun kemâlatına dayanarak, onun pederane şefkâtine
güvenle kusur ve hata yapmamalıyız... Hatta bir kısım
insanlar bundan peygamberimizin (ricâl) denecek yaşta erkek çocuğunun
kalmayacağını ve neslinin bir hikmet binaen
kızından devam edeceğini de çıkarabilirler..."
(agk. (özetleyerek))


Bunu şöyle bir misâlle de açıklayabiliriz: Deniz suyu
almak isteyen insanlar düşünelim. Bunlardan denize kadar ulaşabilen
her biri beraberindeki kabın hacmi kadar su alabilecektir.
Fincanı olan fincan kadar, kazanı olan kazan kadar, tankeri olan
da tanker kadar su alacaktır ve bütün bu suları aynı
özelliği taşıyacaktır. Fark sadece miktârlarındadır.
Ama kimse, kabı küçük olana, senin aldığın su deniz
suyu değildir diyemez.


7. "Arapçaya dair ilimlerin kaidelerine uygun, belağatın
prensiplerin ve usul ilmine muvafik ve mutabık olmak
şartıyla" Arapça bilen herkes Kur'an'dan ilmi seviyesine
göre bir şeyler anlar. Ancak, daha önce de ifade ettiğimiz
gibi, Kur'an bu anlaşılanlardan ibarettir denemez. "Malûmdur
ki, Kur'anı Azimuşşan yalnız bir asra değil, bütün
asırlara nazil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus
değil, beşerin bütün tabaka ve sınıflarına
şamildir..." (Bediûzaman, Işarâtül-icâz 39) Bu yüzden
"Zeki, gabî, takî, şakî, zâhid, gayrı zahid bütün
insan tabakaları bu ilahi hitaba muhataptır ve Rahmaniyyet
eczanesinden ilaç almaya hakları vardır..." Binaenaleyh,
Kur'anı Kerimden anlaşılan "manalar Arapça kaidelere,
nahiv esaslarına ve dinin bilinen usûlüne muhalif olmamak
şartıyla o manalar o kelâmdan bizzat muraddır,
maksuttur..." (age. 7)


8. Meâllere gelince: "Kur'anın Arapça olduğunu
bildiren ayeti kerimeler buna "Ta ki, akledesiniz, iyi
anlayasınız" diye sebep gösterirler. Demek ki, Ilahî
maksat Kur'anın anlaşılmasıdır. Bu da Arapça
bilmeyenlere kendi dilleriyle mümkün olduğunca anlatmakla, yani onu
diğer dillere çevirmekle olur. Ancak bu meâl ve tercümelerin
Kur'an olması mümkün değildir ve "Türkçe Kur'an"
"Farsça Kur'an" gibi ifadeler onun "Arapça" oluşunu
inkâr anlamı taşır" (Gazali, Ihyâ I/285-86
(özetleyerek) (Mısır 1936); (Mısır, Daru Nehru'n-Nil
I/25l ); (Türkçe terc. Bedir I/804)) Ancak mealler ayetin sonsuz manalarından
sadece birini verebileceği için sağlam bir mealden okuyanlar,
sadece meali yapanın yakaladığı bir manaya muttali
olabileceklerdir. Oysa ayette kelimelerin dizimi, seçimi, karakteri,
etimolojisi ve semantiğine bağlı olarak belki sonsuz
ihtimaller vardır. "Ta ki muhtelif anlayış ve
istidatlar zevklerine göre hisselerini alabilsinler." Müfessirlerin
farklı anlayış ve tespitleri de buradan kaynaklanır.
Her şeye rağmen Arapça bilmeyenler için meal de bir kolaylaştırıcıdır,
faydadan hali değildir. Aslını anlayamıyanlar
sağlam bir mealden bu yolla istifade etmeli ve aslını da öğrenmeye
çalışmalıdırlar. Meallerin de Kur'an
olmadığını bilmelidirler.


9. Bu konuda Gazalî'nin tespitleri bize ışık tutabilir:


"Kur'an'ın anlaşılmasını engelleyen
hususlar dörttür: 1- Harfleri mahreçlerinden çıkarma kanununa lûzumundan
fazla önem vermek ve tüm gayreti bu yönde harcamak... 2- Herhangi bir
mezhebi (görüşü) taklid yoluyla benimsemek ve taklit ettiği
konuda katı olmak... Bu adam öyle birisidir ki, inandıgi görüş
ile bağlı kalır ve başka türlü de olabileceği
aklına bile gelmez... Eğer Kur'an okurken bir
ışık parıldar ve Kur'anın manalarından bir
mana, bildiğinin aksine ona zahir olursa şeytan onu hemen
taklide zorlar ve "sen nasıl olur da bunu böyle anlarsın,
oysa babaların, (büyüklerin) bunun aksi kanaattedirler" diye
onu aldatmaya çalışır... 3- Günahlarda israr etmek,
kibirle muttasıf bulunmak, dünya konusunda hevasına uymak... 4-
Kelime anlamı ile bir tefsir okumuş olup, Kur'an kelimelerinin
Ibn Abbas, Mücahid ve başkalarından nakledilen
anlamlarının dışında bir manalarının
olmadığına itikad etmek. Onlardan nakledilenlerin
dışındakilerin "Kur'anı kendi görüşüne
göre tefsir etmek" bunu yapanların ise Cehennemde yerlerini
hazırlamaları istenenlerden olduğunu sanmak. Işte bu
da Kur'anın anlaşılması önündeki büyük
perdelerdendir. Oysa "Kur'anı kendi görüşüne göre
tefsir etmek" ayrı bir şeydir.


10. "Kur'anı kendi görüşü ile tefsir eden
Cehennemdeki yerine hazırlansın" (Tirmizî, tefsir 1
(Müslim, münafikûn 40; Darimî, mukaddime 20; Müsned V/1 l5 benzer
hadisler)) mealindeki hadisi şerif, Gazali'nin de dediği gibi
bazılarınca yanlış anlaşılmaktadır:


Hadisin ne demek olduğunu anlamaya çalışalım.
Zira, eğer bunu -sahih olduğu taktirde- genel anlamı ile
alacak olursak, sahabe dahil, bütün tefsircilerin bu durumda olduğunu
görürüz. Bunu ise hiç kimse söylememiştir. Görebildiğim
kadarıyla bu konuyu en güzel açıklayan Imam Gazali ile Imam
Birgivî olmuştur. Biz de onların söylediklerini özetleyerek
toparlamaya çalışacağız. Gazali diyor ki:
"Bilmiş ol ki, Kur'anın zahir (kelime anlamı) açıklamasından
başka manası yoktur, ama bütün insanları kendi derecesine
indimekle de hata ediyor... Gerçek şu ki, anlayabilenler için
Kur'anın manaları çok geniştir... Hz.Ali de bu konuda
Allah'ın kendisine bir anlayış verdiği kimseleri
sınırlı manalar anlamaktan istisna etmiştir... Sözkonusu
hadis ve Hz. Ebu Bekr'in; "Kur'anı kendi görüşüme göre
tefsire kalkışırsam beni hangi yer taşır, hangi gök
gölgeler?" sözüne gelince: Bunların manası; ya
Kur'anı akılla anlamaya çalışmayı ve manalar çıkarmayı
bırakıp sadece menkul açıklamalarla yetinmektir, ya da
başka bir şeydir. Imdi Birincisinin olması mümkün değildir,
çünkü: Kur'anın açıklaması hakkında
duyduklarından başka hiç bir şey söylememenin batıl
olduğu pekçok sebepten dolayı açıktır:1. Eğer böyle
olacak olsa Kur'anın açıklaması ile ilgili olarak bizzat
Resulullah'tan duyulan şeyler onun ancak bir kısmını açıklamış
olur, kalan anlaşılmamış kalır. 2. Sahabe ve
tefsirciler bazı ayetleri anlamada ihtilaflar etmiş ve pek çok
görüş ileri sürmüşlerdir.


Bunların hepsi Resulullah'tan nakledilmiş
olamayacağına göre onları bu hadisin tehdidine dahil
edebilir miyiz? 3. Resulullah Efendimiz (s.a) Ibn Abbas için "Allahım
onu dinde anlayışlı (fakih) kıl ve ona
(Kur'an'ın) tevilini öğret. (Buharî, vudû 10; Müslim,
fedailüssahabe 138; Müsned I/266 ) buyurmuşlardır. Eğer
zahiri manasından öte bir de tevili (muhtemel manaları)
olmasaydı bu sözün ne anlamı olurdu? 4. Kur'anın kendisi
de: "Onların sonuç çıkarabilenleri (Istinbat gücü
olanları) onu bilebilirlerdi..." (K. Nisâ (4) 83) buyurmuştur.
Binaenaleyh, tevilde muhtemel manalarda çıkarmada) sadece
duyulanlarla (menkule dayanma iddiası batıldır ve herkesin
Kur'andan, anlayışının gücüne ve aklının
kapasitesine göre manalar çıkarması (istinbatı) caizdir.
(Yeter ki, yukarıda işaret edilen usûle muhalif olmasın).
Öyleyse bir tehdidin anlamı nedir? Bu, iki şekilde
anlaşılmalıdır: 1. Ya kişinin (dinden olmayan)
kendine has bir görüşü (felsefesi, inancı) vardır ve
Kur'anı o görüşü takviye etmek için, zahirine muhalif olarak
yorumlar, zorlar. Bu da ayetin manasının o
olmadığını bile bile olabileceği gibi bilmeden de
yapılmış olabilir. ?. Ya da Kur'anı, sırf Arapçaya
dayanarak, bazı mücmel meselelerdeki hadis ve nakillere bakmaksızın
açıklamaya kalkışır. Çünkü nüzûl sebebi vb. bazı
nakiler bilinmeden bazı ayetleri anlamak mümkün değildir.
(Gazalî, Ihya (Dâr Nehrun-Nîl ) I/255-256 (Terc. I/825-826))


Konumuzu Imam Birgivî de özetle şöyle açıklar:
"Bilmiş ol ki, Kur'anın "görüş"le tefsir
edilmesinin yasaklanması, bu konuda sadece Resulullah'tan (s.a)
duyulanlar (nakiller)le yetinilmesi anlamında değildir. Çünkü
bu çok çok azdır. Öyle olsaydı kimse Kur'anla delil
getiremezdi ve ictihat kapısı kapanırdı. Bu ise icma
ile batıldir. Fakih Ebulleys'in E1-Bustan adlı eserinde
dediğine göre bu yasak, Kur'anın bütününe değil, sadece
"müteşabih" ayetlere yöneliktir. Nitekim Kur'anda:
"Kalplerinde sapma olanlar onun müteşabih olanına
uyarlar..." (K. Ali-Imrân (3) 7) buyurulur. Durum böyle olunca
Arapçayı ve Kur'anın nüzûlü ile ilgili bilgileri bilenlerin
Kur'anı tefsir yetkileri vardır ve bu tefsirleri, "kendi görüşlerine
göre açıklama" sayılmaz. Baksanıza, müctehitler
nice ayetlerin tefsirinde ihtilaf etmişler ve kendi
anlayışlarına binaen "Veya kadınlara
dokunursanız (mülemese)" (K. Maide (5) 6) ifadesini Imam
Şafii, elle dokunma (ten teması) anlamış ve bunun
abdesti bozduğuna hükmetmiştir. Oysa Ebu Hanife bunu cinsel
ilişkiye (cima) yormuş ve ten temasının abdesti
bozmayacağına hükmetmiştir. Bunun örnekleri pek
çoktur." (Birgivî, er-Tarikatü'l-Muhammediyye, (Mısır,
Mustafa el-Babil-Halebî,1379-1960) l57)


Mezkür hadiste geçen "El-Kur'an" ifadesinin umumundan (istiğrak)
hareketle bu yasağın, Kur'anın tamamını kendi görüşü
ile tefsir etmeye yönelik olması da düşünülebilir ki, bu da
iki imamı destekler. Yani müteşabih ayetleri ya da nakilsiz
anlaşılamayacak ayetleri kendi görüşüne göre tefsir
etmeyenler, Kur'anı, yani tamamını, kendi görüşleriyle
tefsir etmemiş sayılırlar ve bu tehdidin
dışında kalırlar.


Konular