Kürtajin dini hükmü
Konunun iyi anlaşılması için gerekli olan bu noktalara
işaret ettikten sonra, fıkhî açıdan kürtaja baktığımızda
önce şunu söylemeliyiz: Islâm fıtrat dinidir ve fıtrata
yani doğru (tabiî) ve normal olana aykırı olan her
şey Islâma da aykırıdır, yani mahzurludur: Mahzuru,
aykırılık gücüne göre değişir. Az
aykırı olan "mekruh", biraz daha çoğu
"tahrimen mekruh", çok aykırı olan da
"haram" olur. Bu konuda fitrî olan, kadınla erkeğin
bir araya gelmesi, cinsel birleşmeleri, sonuçta da çocuğun dünyaya
gelmesidir. Ancâk her kuralın olduğu gibi, bunun da
istisnaları olabilir. Yani Islâm fıkhının bu konudaki
genel kaidesi: "Fıtrata ve tabiîliğe müdahale edilemeyeceği"
esasıdır. Ancak genel bir kural, bütün fertlerine temsil
edilemez ve şahıslara, özel durumlarına göre fetvâ
verilir. Yani genel geçer kural ayrıdır, fetvâ ayrıdır.
Fetvâ kişiye, yere ve zamana göre değişir. Buna göre,
Islâm fıkhında "çocuk aldırma" ya da "kürtaj"
denen olaya fert düzeyinde bazı hallerde ve belli bir zamana kadar
fetvâ verildiğini söyleyerek konuyu şöylece özetleyebiliriz:
·
Konu hakında Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîsle açıklık
(ibare) yoktur. Ancak bazı âyet-i kerime ve hadîs-i serîflerde işaretler
bulâbiliriz. Meselâ: Hac 5 ile, Mü'minûn 12-15 âyetleri hemen hemen
aynı noktaya işaret ederler. Biz önce Mü'minûn 12-15.
âyetlerinin meâlini verelim, sonra bazı noktalara temas edelim:
"Andolsun ki,biz insanı süzülmüş, özlü balçıktan
yârattık. Sonra onu "nutfe (menî, sprem) olarak muhkem bir
karargâha (rahme) koyduk: Sonra nutfeyi (yapışkan) bir kan
pıhtısı haline getirdik. Ardından kan
pıhtısını bir çiğnem et yaptık, bu çiğnemi
kemiklere çevirdik,kemiklere de et giydirdik. Sonra da onu başka bir
varlık yaptık.
Şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir. Sonra siz
bunun ardından elbette öleceksiniz."
Bunları açıklar mahiyetteki bir iki hadîs-i şerîfin
meali de şöyledir: 1- "Sizden her biriniz kırk gün
annesinin karnında tutulur. Sonra bir o kadar da orada
yapışkan pıhtı olur. Sonra bir o kadar da orada bir
çiğnem et halinde bulunur. Sonra da melek gönderilir ve ona ruh
üfler" (Müslim, Kader 1) 2- "...nutfe (menî parçası,
sperm)nin üzerinden kırkıki gece geçince Allah ona bir melek
gönderir. O da onu şekillendirir, kulağını, gözünü,
cildini, etini ve kemiklerini yapar. Sonra da, ey Rabbim, erkek mi olacak
dişi mi..." (Müslim, Kader 3) der. Birinci hadîs âyetlerin
tam açıklaması gibidir. Buna, yani âyete ve hadise göre:
1- Döllenen menî rahimde kırk gün, irtibatsız olarak
kalır.
2- Sonra bir pıhtı olarak rahimle irtibat kurar (alaka). Bu süre
de kırk gün kadardır.
3- Sonra bu yapışkan pıhtı (alaka) bir et parçası
halini alır, kemikleri belirir, et oluşur. Bu devre üçüncü kırk
günün sonuna kadardır.
4- Sonra ilk üçünden farklı bir yaratık, ya da
yaratış ortaya çıkar. Bu, cenîne ruhun üflendiği
safhadır. (Taberî XVNI/9) Bir başka deyişle
canlanmasıdır. Insan, ya ruhla cesedin bütünüdür ki; genel
kabul gören görüş budur; ya da sadece ruhtur. (Râzî XXlll/85)
Bundan; ceninin üçüncü devre sonundan yani 120 günden önce insan
olmadığı anlaşılır. Insan oluş, bu
noktadan itibaren başlar (Taberi XVN/11). Hem diğer bir
yaratış, hem de, ruhun üflenmesi bunu gösterir.
5- Onbeşinci âyetin işaretiyle, ölüm ancak bu dönemden
sonra olabilir. Bu da daha önceki üç dönemde (120 gün) ceninin
ölüme elverişli, yani canlı olmadığını gösterir.
6- Devreler arasının "sümme" (sonra) kelimesi ile
açılması; devrelerin birbirinden tam anlamıyla farklı
olduklarını (Ebu'ssu'ûd VI/126), birbirinden diğerine geçişin
bir dönüşüm (tahavvül) olduğunu gösterir. (Râzî XXNI/84)
Bu da beşinci maddede anlatılan gerçege işâret eder.
Ruhun yüzyirmi günde üflendiği konusunda ittifak ,
bulunduğu,için ikinci hadîs; "ceninin kırk günde
şekillenmesi değil, bunun melek tarafından
yazılması" şeklinde
anlaşılmıştır (Dâvûdoğlu X/626).
Işte bütün bunlardan, ötürü, Hz. Ali (r.a.), bu yedi devre
geçip ruh üflenmedikçe cenine müdahalenin "ve'd" (çocuğu
diri diri gömme, yani öldürme) olmayacağını söyler
(Ibnü'I-Cevzi, Zâdü'I-Mesir V/462). Imâm Ebû Hânîfe de bunu delil
tutarak; meselâ birisinin yumurta çalması ve yumurtadan onun
yanında civciv çıkması halinde, başka başka
varlıklar olduğu (halk-ı âher) için, civcivi değil
yumurtayı tazmin eder, demiştir (ZaMahşerî NI/27-28).
Bütün bu temel gerçeklerden ötürü tüm Islâm fıkıhçıları,
döllenmenin üzerinden yüzyirmi gün geçtikten sonra ve de zaruret
yokken çocuk aldırmanın (kürtajın) haram olduğunda
ittifak etmişlerdir. Yüzyirmi günden, yani canlandıktan sonra
çocuğunu aldıran ya da ilaçla, vurma ile vs. düşüren
kadın hem bir cana kıyıp cânı olduğundan
ötürü günahkârdır, öbür dünyada bunun cezasını
çekecektir, hem de dünyada çocuğun Babasına, canlı düşüp
sonra ölmüşse, bir tam diyet (kan bedeli), organları belirli
olup ölü olarak düşmüşse, bir "gurra" ödemek
zorundadır. Birinci halde ayrıca bir de keffaret
tutmalıdır. (Diyet; yüz deve, veya bin dinar altın, veya
on ,ya da on iki bin dirhem gümüş, yani yaklaşık olarak
şu anda (1989) elli milyon (50.000.000: ) TL. Gurra ise, duruma göre
bir diyetin yirmide ya da onda biridir). Organların bir
kısmının belirmiş olması durumu da
aynıdır. Ancak yüzyirmi günden (dört aydan) önce çocuk aldırmanın,
ya da ilâç vs. ile düşürmenin câiz olduğunu söyleyenler
vardır ). Bazıları ise sadece kırk güne kadar câiz
olduğunu söylemişlerdir. (Hindiyye V/356; Bezzâziyye VI/370
(Hindiyye kenarında)) Bazıları da döllenme olduktan sonra,
bir özür olmaksızın bunun hiç câiz olmayacağın söylemişlerdir.
Hiç câiz olamayacağını söyleyenler hacda ihramlı
bir hacı adayının, bir kuş yumurtasını
kırmasının av yasağına tecavüz sayıldığını
ve bundan ötürü ceza vermesi gerektiğini delil gösterirler (Bk.
Kâdihan NI/410 (Hindiyye kenarında) Ancak; yumurta ceninin birinci
değil, ikinci kırk gününe benzer. Yumurtanın birinci
kırk güne tekabûl eden devresi, kuşun karnında
olduğu dönemidir, diyerek bunu itiraz edebilir. O takdirde böyle
diyenlere göre de kırk güne kadar düşürme ya da aldırma
câiz olmalıdır.). Yani yumurtayı kırma, cana tecavüz
sayılmış ve (ihramlıya mahsus olmak üzere) cezayı
gerektirmiştir. Öyleyse yumurta durumundaki cenine (embriyona)
müdahale de câiz olmamalıdır, derler.
Bütün bunlardan (Hanefi mezhebi için) şöyle bir sonuç çıkarabiliriz:
Meni, ana rahmine yerleştikten sonra, ona müdahale fıtrata
uygun düşmediği için hoş değildir, anormaldir. Bu
anormallik (mekruhluk da diyebiliriz) kırk güne kadar az, kırk
günden yüzyirmi güne kadar biraz daha fazladır, ama haram
değildir. (Birinciye tenzihen, ikinciye tahrimen mekruh da
diyebiliriz) Ama yüzyirmi günden sonra, özürsüz olarak yapılan müdahale
kesinlikle haramdır ve bir cana kıyma demektir. Bu konuda
kırk güne, bazılarına göre de yüzyirmi güne kadar işin
hafif tutulması, hattâ bazı fıkıhçılarca mutlak
câizdir, denmesi sanki zayıf iradeli ve dünya zevkine ve rahatına
düşkün insanlar için verilmiş bir ruhsattır. Yoksa onlar
da bunun evlâ olduğunu söylemiyorlar.
Ancak işin bir diğer önemli yönü daha vardır:
Kırk, ya da yüzyirmi güne kadar kürtajın dinen mahzurlu
olmadığını söyleyenlerin görüşü kabul edilse
dahî, mazeret olmadan bir kadının avretini başka erkeklere
hattâ kadınlara göstermesinin haram olduğu naslarla sabit bir
gerçektir; dolayısıyla bu konudâ ittifak vardır. Yani,
şu anda hamile kalmış ve çocuk istemeyen kadının
önüne iki yol çıkar : a-Ya bir doktorun, ebenin vs. tıbbî
müdahelesini istemek (kürtaj), b- Ya da çeşitli ilkel metodlar
yahut ilaç yardımıyla bunu kendisinin veya kocanın
yapması... Birinci yola girmesi halinde avretini, zaruret
olmaksızın (zaruret yani bir özür var ise mesele yok).açmakla
bir haram işleyecektir ki, bu yine ittifakla câiz değildir.
Ikinci yola girmekle, tıbbın tesbitlerine göre çok büyük bir
ihtimalle sağlığını tehlikeye atacak ve bundan,
öncelikle anne zarar görecektir.
Başarılamaması halinde de sakat ve yetenekleri körelmis
çocukların doğmasına sebep olacak; böylece hem ömür
boyu vicdân azabı çekilecek; hem de aile ve toplum olarak maddi,
manevi zararlar görülecektir. Adil tıbbi İslamın hakem
kabul ettiğini ve onun mahzurlu dediğine mahzurlu dediği düşünürsek,
bu uygulamanın da en azından mekruh olduğu
anlaşılır.
Dolayısıyla tabiî sonuç olarak yine, mazeret olmadan cenini
aldırmanın ya da düşürmenin en azından mekruh
olduğunu söyleyenlerin görüşüne gelmiş oluyoruz.
Öyleyse bu mazeretler nelerdir? Yani hangi sebeplerle; hamile kalan bir
kadın, bir kadın doktora, hamileliğinden itibaren
kırk, ya da işi en geniş tutanlarca yüzyirmi gün
içerisinde kürtaj yaptırabilir? Hanefiler, bu özürlerin
şunlar olduğunu söyler:
1- Emzirmekte olduğu çocuğun sütüne zarar vermesi ve babanın
bir süt anne bulacak güçte de olmaması (Kâdihan NI/428).
2- Ortamın bozuk olup, Islâmî terbiyenin mümkün olmaması
(Hindiyye Cevâhiru'I-ahlatî adlı kitaba atfen şu hükmü
verir: "Saç, tırnak ve benzeri organları belirdikten sonra
çocuk düşürmek için ilâç kullanmak câiz değildir.
Organları belli değilse câizdir. Ama zamanımızda her
halûkârda câizdir ve fetvâ da buna göredir. Devamla "organların
belli olması ise ancak yüzyirmi günden sonra olur" denir ki,
bundan ruhun üflenmesi kastedilmiş olmalıdır. Yoksa,
organların bu dönemden önce de belirecegi müşahede ile
sabittir (bk. Fethu'I-Kadîr N/495'den Mevsû'atü'I-fıkhu'I-Islâmi
NI/159).).
3- Kadın hastâ olup, âdil tıp tarafından
hamileliği sebebiyle hastalığının
artacağını, ya da olmayan bir hastalık ortaya çıkacağının
söylenmesi.
Görüldüğü gibi fakirlik ve rızık meselesi bu konuda
doğrudan bir sebep olarak kabul edilmemiştir. Çünkü, bu
Allah'ın (c.c.) her canlının rızkını
vereceği, yani O'nun "Rezzâk" olduğu inancına
zıttır. Ancak fakirliğin sebep olacağı ahlakî
bozuklukları da sebep görenler vardır.
Diğer Mezheplerde Durum:
En ihtiyatli, ya da doğruya en yakın görüşü, -eğer.
telfik anlamı içermiyorsa- bazan, diğer mezheplerin görüşlerini
öğrenmekle daha rahat anlayabiliriz. Onun için:
Mâlikîlerde, döllenme olduktan sonra, kırk günden önce de
olsa cenini aldırma ya da düşürme câiz değildir.
(Şerhu'd-Dırdîr alâ-metni Halîl (Dusûki hâsiyesi ile
birlikte), Mısır 1345; N/266)
Şâfiîler ve özellikle Gazalî de aynı görüştedir.
Ancak mahzur ilk kırk gün içinde az, ikinci de daha fazla
üçüncü, de harama yakın; daha sonra ise ittifakla haramdır .
(Gazalî, ihyâ N/53)
Hanbelîlerde, sadece ilk kırk günde helâl bir yöntemle nutfeyi
düşürmek câizdir (er-Ravdu'I-murbi' N/316.
el-Matba'atû's-selefiyye 1380: 6.8.). Ancak mutemed görüşe göre,
bu konuda bu mezhebin görüşü de Hanefiler gibidir; döllenmeden
itibaren 120 gün içinde, yani ruh üflenmeden önce cenini düşürmek
câizdir. Ondan sonra kesinlikle haramdır (el-Merdâvî, el-insaf
I/386; ibn Kudâme, el-Mugnî VN/816; el-Zuhaylî, el-Fıkhu'I-islâmî
NI/232 vd.).